ÜLÜ-L ELBÂB

Ül, Kitâb’ta :

Ülü-l Elbab. = Akıl Sahipleri. (2/269. 3/7. 3/190. 5/100. 12/111. 13/19. 14/52. 38/29. 38/43. 39/9. 39/18. 39/21. 40/54. 65/10.) 14 kez.

Ülî Be’sin. = Güç Sahipleri. (17/5. 27/33. 48/16.) 3 kez.

Ülî Quvvetin. = Kuvvet Sahipleri. (27/33. 28/76.) 2 kez.

Ülî Ecnihatin. = Güçlü Kanatlara Sahip. (35/1.)

Ülü-l Ebsar. Görüş Sahipleri. (3/13. 24/44. 38/45. 59/2.) 4 kez.

Ülü-l Emr. = Emir Sahipleri. (4/59. 4/83.) 2 kez. 

Üli-l Ilm. = İlim Sahipleri (3/18)

Üli-d Darari. = Özür Sahipleri (4/95)

Üli-l Qurbâ. = Yakın Akraba Olanlar. (4/8. 9/113. 24/22.) 3 kez.

Üli-l Erhâm. =  Çook Yakın Akrabalar. = Aynı Rahmi Paylaşanlar. (8/75. 33/6) 2 kez.

Üli-l Tavl. = Servet Sahibi Olanlar. (9/86.)

Üli-l Baqıyye. = Fazilet Sahipleri. (11/116.)

Üli-l Nühâ. = Akıl-İdrak Sahipleri. (20/54. 20/128.) 2 kez.

Üli-l Fadl. = Fazilet Sahipleri. (24/22.)

Üli-l İrbe. = İhtiyaç Sahipleri. (24/31.)

Üli-l Azm. = Çook Güçlü İrade (Azim) Sahipleri. (46/35.)

Üli-n Ni’me. = Nimet Sahipleri. (73/11.) olmak üzere toplamda 41 kez; Elbâb da 14 kez geçer. Elbâb, Lübbün çoğulu. Lübb, Vüdd, Hubb gibi iki harfli ve şeddeli (= şiddetli) bir kelime. Lübb, Akıl; Ülü-l Elbâb da Akıl Sahipleri diye çevriliyor ama ben, lübbün sadece akıl olduğunu düşünmüyorum; çünkü Kitâb’ta aklı karşılayan kelime var = akl. Bence Lübb, öz; Ülü-l Elbâb da özü, kalbi, hubbla, vüddle içi yanmış/kavrulmuş olanlar demek. Hubb ve Vüdd, sevgi, tutku; iki kelimenin anlamı birbirine yakın.

Bence, Ülü-l Elbâb olmak, önce düşünmek, sonra inanmak, sonra da sevmek ve tutku ile bağlanmakla mümkün.

Düşünmek için, Âl-i Imrân, 190. âyete bakalım. “O Ülü-l Elbâb olanlar için göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün ard-arda gelişinde âyetler = işaretler (= izler, belirtiler) vardır.”; onlar, onları düşünürler....

O Ülü-l Elbâb olanlar, başka neler yaparlar?!.

“Ayaktayken, otururken, yatarken (her hâllerinde, her işlerinde) Allah’ı hatırlarlar = anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında (= fî) düşünürler, tefekkür ederler (= yetefekkürûne) ve Rabbimiz, Sen bunları boşa (= batıl olarak) yaratmadın, bizi ateş azabından koru.” derler. (3/191)

Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında (= fî) düşünmek, amaca, gayeye, hedefe, anlama yönelik düşünmektir; göklerin ve yerin nasıl işlediğini düşünmek değildir; göklerin ve yerin nasıl işlediğini bilsek bile, bu bize amaç, gaye, hikmet vermez; bize Sen onları, “boş yere, bâtıl, amaçsız bir şekilde yaratmadın” sözünü söyletmez, bizi ateş azabından koru dedirtmez. Göklerin ve yerin nasıl işlediğini (= çalıştığını) bilmek (= astronomi bilgisi), insana verse verse konfor, gurur, onur, övünme, unvan verir; hikmet vermez.

Hikmet için, düşünmenin (= düşüncenin) gayeli olması, düşüncede gaye aranması ve o düşüncenin gaye taşıması; O gayeyi bulunca da O’nu mükemmel bilmesi/bulması şarttır. Bu olunca, artık o kişi, ayaktayken, otururken, yatarken (her hâlinde, her işinde) O’nu hatırlarlar, O'nu anar, O’nu hiiiç unutmaz.

Bu, karasevda gibi bişey değil; karasevdada umut yoktur; bundaki umut çook güçlüdür, deniyor; ben sadece bir aktarıcı, bir postacıyım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET