İNNİYET

“Dilimin sınırları, dünyamın da (= düşüncemin de) sınırlarıdır.” der Wittgenstein. Ben de dünyamın (= düşüncemin) sınırlarına geldim. Bu yazı son yazım olacak; 2000 yazı yazmışım, bundan sonra yazacaklarım, büyük oranda tekrar olacak, o yüzden, bu son yazım.

İnniyet, Arapça inne (إن)’den türemiş bir terim. İnne, tahkik, kesinlik bildirir, anlamı : muhakkak, kesinlikle, demektir.

İnniyeti anlamak için hüviyeti; hüviyeti anlamak için mâhiyeti iyi anlamak gerekir. Tersten başlarsak, ki en sağlıklı yol budur, mâhiyet, varlığın nasıllığı; hüviyet, varlığın kimliği; inniyet, varlığın kesinliği, demektir. Mâhiyet bilinmeden hüviyet; hüviyet bilinmeden inniyet bilinemez.

Mâhiyet, şeylere; hüviyet, kişilere; inniyet, Tanrı’ya dâirdir (= aittir). Tanrı’nın da elbet bir Hüviyeti vardır, O da Hû’dur ama O’nun Hüviyetini biz, Esmâsı (= Sıfatları ve Efâli) ile bilirken/bilebilirken, mâhiyetini aslâ bilemeyiz; mâhiyeti bilinmeyene de inniyet atfederiz. İnneKe (= muhakkak Sen). İnne-lAllah’e (= Kesinlikle Allah) deriz. O da inneNâ (= muhakkak ki Biz). İnneNî (= muhakkak Ben), der. “İnnâ ezelNâhu...” (97/1). “İnnâ e’tayNâke...” (108/1). “İnne-lAllah’e ye’müru bi-l Adl...” (16/90). “İnne-l insâne lefî husr.” (103/2) daha bir çook âyet... Bu inne’lerin hepsinde kesinlik vardır. Mâhiyetlerdeki “kesinlik” zayıftır; hüviyetlerdeki “kesinlik”, sadece O’ndadır; bizim hüviyetlerimiz de O’na olan yakınlığımıza bağlıdır; O’nun Hüviyeti ise innîdir = kesindir; işte bu kesinliğe inniyet diyoruz. Bu terimi ilk kez İbn-i Sina kullanmış, “zorunlu varlığın, zorunlu varlık olmaktan başka bir mâhiyeti yoktur; bu da inniyyetdir ... inniyesi olmaksızın mâhiyeti olan şey, mâlûldür (= sakattır, eksiktir).”, demiştir. (eş-Şifâʾ, s. 346-347).

İnniyesi (= kesinliği) olan Varlık, sadece Allah’tır, O’nun Hüviyyeti innîdir = kesindir ama O’nun Hüviyetini de mâhiyetini de hiçbir akıl kavrayamaz; İbn-i Sina göre O’nun mâhiyeti yoktur; mâhiyet, yaratılmış şeylere aittir. (Mâhiyet, mâ ve hiye’den türer; mâ, şeylerle ilgili bir kullanımdır.)

Akıl, yaratılmış şeylerin mâhiyetiyle (= nasıllığı ile) ilgilenir, hüviyetlerini az-çok kavrar, oradan Tanrı’nın Hüviyetine sıçrar. (= Kierkegaard. İman sıçraması. ‘Korku ve Titreme’. Bu kitapta o, Hz. İbrâhim’e iman/ın şövalyesi, der.) Bu sıçrayışta akıl son sınırına varır ve Tanrı’ya teslim olur; akıl, bu sıçrayışı gerçekleştiremezse, mâhiyetlerle ve hüviyetlerle oyalanır-durur.

İman, mâhiyetlerden ve hüviyetlerden kurtularak, Hüve’nin inniyetine varıştır ve “o zevki” tadıştır.

Selâmette kalın.

Uzunca bir süredir verdiğim rahatsızlık için kusuruma bakmayın.

Allah’a emanet olun. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET