KUR'AN'I ANLAMA

Anlama, bişeyi anlamadır. Anlaşılacak olan o şey olmadan, anlama gerçekleşmez; bu da, anlayan kişi (= anlayan) ile mümkün. Anlayan kişiye, fâil = anlayan; anlaşılan şeye de (= anlaşılacak olana da) mef’ûl denir; ikisinin kökü de feale (فعل)’dir. Anlamak kelimesi Arapçada : Derake’den idrak etmek; fekaha’den fıkh etmek; alime’den bilmek; arife’den marifet kesbetmek gibi anlamlara da gelir; nazara’dan (= bakmaktan!) nazar etmek; semia’dan işitmek de bi tür anlamaktır. (“Biz, insanı “semîan basîrâ” kıldık.” 76/2) "Onlar, işitmezler, görmezler, fıkhetmezler, hayvanlar gibidirler; belki de daha aşağı = edall." (7/179.)

Eğer, anlama, anlayan kişi ile mümkün ise; anlayanın içinde bulunduğu şartlar (= kültür, bilgi birikimi, anlama kapasitesi, vs.) anlamayı etkiler. Bu durum, Kur'ân’ı anlama için de geçerlidir. Kur'ân’ı okuyan, Onu mevcut birikimi ile = içinde bulunduğu imkân ve şartlara göre okur. Herkesin birikimi ve içinde bulunduğu imkân ve şartlar aynı olmadığından, herkes Kur'ân’ı aynı “şekilde”! anlamaz. Kur'ân, herkesin birikime göre hitap eder. Bu, birikimlerin Kur'ân’ı yönlendirmesi değil; Kur'ân’ın birikimleri yönlendirmesi şeklinde anlaşılmalıdır; aksi hâl (= imkân ve şartların Kur'ân’ı yönlendirmesi), Kur'ân’ı inkâr edenlerin (= Onu değersiz görenlerin) ve Kur'ân’da “çarpıklık, eğrilik, tutarsızlık = ıvec” (39/28) arayanların hâlidir.

Kur'ân, kendisine inananlara şifâ ve rahmet; inanmayanlara zarar ve zahmet verir. = “mâ hüve şifâün ve rahmetün lil mü’minîn, ve lâ yezîdü-z zâlimîne illâ hasérâ.” (17/82)

Kur'ân, (biz) Ona inanmazsak anlaşılmaz, bize kendini açmaz.

Pekiî, biz Ona niye inanmak zorundayız?!.

İçerisinde bulunduğumuz şartlar (= yaşam), bizi “rahatsız” ettiği için. Bu “rahatsızlığımızın” çaresini Allah’a arz ettiğimiz ve O’ndan bir medet (= yardım) beklediğimiz için. (Bence, böyle bir “rahatsızlık” duymayanlar, Kur'ân okumamalı!.)

Bu duygu (= mod) ile Kur'ân okumazsak, Kur'ân’ı anlayamayız, Kur'ân bize şifa ve rahmet olmaz.

...

Bizler, Kur'ân’ı bu duygudan (ve hayattan) kopuk olarak = Onu yaşadığımız hayattan kopararak okuyoruz. Evet, Onu okurken veya O okununca duygulanıyoruz! ama bu, sadece o ânlık, geçici, etkisiz ve faydasız bir duygulanma!, anlama hiç değil.

...

Kur'ân’ı bir diğer hatalı (veya yanlış) okuyuşumuz da, geçmişlerin okuyuşunu (= anlayışını), bizim okuyuşumuza (= anlayışımıza) adapte etmemiz = Kur'ân’ı onlar gibi okumamız. (Lafzî okuyuşu kastetmediğimi anlamış olmalısınız; o okuyuş, her dönemde aynıdır.) Geçmişte Onu anlayanlar, kendi şartlarında ve kendi birikimlerine göre anladılar; o anlayışlar (= okuyuşlar), bize (= bizim dünyamıza) bugün uymayabilir! dee, uyabilir de.

Herkes, kendi şartlarında (= yaşadığı çağın şartlarında) Kur'ân/ı okur. Kur'ân, herkese kendi şartlarında hitap eder. Bu, Kur'ân’ın evrenselliğidir. Efendimiz Onu kendi şartlarında anlamış ve uygulamış; biz kendi şartlarımızda anlarız, anlıyoruz, anlarsak uygulayacağız; Kur'ân, Ona da bize de (= hepimize) şifa ve rahmettir.

...

Malum, herkes aynı tür “hastalığa” yakalanmaz; hastalık yapan “mikroplar”! çağdan çağa değişir, değişebilir, ama Kur'ân’da her “hastalığa” çare (= şifa) vardır. Yeter ki biz Onu “şifa kaynağı” olarak görelim ve Onu okurken her türlü mikroplardan (= şeytanlardan) Allah’a sığınalım ve Onu okumaya başlarken Eûzü-Besmele çekelim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET