MUHLİS

İhlâsın kişideki durumu/hâli. İhlâs, samimiyet, içtenlik, gönüllülük. İhlâs, tek bir “noktaya” yoğunlaşma ile mümkün; çoook “noktaya” dağılma (= şirk), ihlâsı bozar.

İhlâsın kökü, halâs/halasa = (خلص/ خلاص). Halâs, kurtuluş demek. Kurtulmak için, birilerine ve bişeylere bağlı-bağımlı olmak şart. Hiçbir şeye bağlı-bağımlı olmamak, ya kişinin kendine (= kendi aciz nefsine = ilâhehû hevâ) bağlı-bağımlı olmak ya da her şeye bağlı-bağımlı olmak demektir.

İhlâs, sadece Ehad ve Samed olan Allah’a bağlı-bağımlı = teslim olmakla mümkündür. (= Müslüman/lık) Allah’a bağlı-bağımlı = teslim olan, her şeyden (kendi nefsinden de) bağımsızdır; Allah’a kulluk budur. Sadece Ehad ve Samed olan Allah’a bağlı-bağımlı = teslim olmayan kişi, kendi nefsi de dâhil her şeyin, herkesin kölesidir.

Kölelik, mecburî veya zoraki kulluk; kulluk, gönüllü veya samimî (= ihlâslı) “köleliktir.”!. Muhlisteki kulluk (= “kölelik”!), sadece Allah’a tahsislidir. Muhlis, Allah dışında hiç kimseye, hiçbir şeye kul-köle olmaz; herkesi ve her şeyi Allah’a kul olmanın birer “aracı”! olarak görür; onun amacı Allah’a ubûdiyet (= kulluk), teslimiyet (= müslümanlık) ve taattır/itaattir.

...

Allah’ın Zâtı “karşımızda”! olmadığı; Allah da âlemlerin Rabbi olduğu için, âlemi oluşturan her şey ve herkes, bizi O’na götüren âyetler veya işaretlerdir; şeytan hariç. Şeytan, bizi bu âyetlerin veya işaretlerin izini takipten vazgeçiren, bizi ihlâstan uzaklaştıran yanlış arzularımız ve kuruntularımızdır; dışarıda şeytanın somut bir varlığı yoktur. Şeytan, bizim içimizdedir. Kötü, yanlış ve çirkin arzularını dışa vuran = eyleme döken ve ihlâstan uzak duran herkes, şeytanla arkadaştır, dosttur; bu arzularını ve eylemlerini alışkanlık haline getirmiş kişiler de şeytanlaşmış kişilerdir.

...

Başta namaz olmak üzere, devamlı yaptığımız tüm ibâdetler, bizi ihlâsa (= hâlis-muhlis olmaya) sevk etmeli. Bu ibâdetler âdete (= içi boş alışkanlıklara, ritüellere) dönüşmemeli, bilinçli ve ihlâslı yapılmalı ve belli bir zaman sonra da, her yapılan iş, bir ibâdet niteliği kazanmalıdır...

Bu böyle olursa, ibâdetler amaç olmaktan çıkar ve her şeyde tek amaç, Rızâ-ı Bârî olur; ihlâs burada kıvamını bulur. Kişi, yaptığı ibâdetlere güvenirse, ihlâs bozulur. Muhlis (= kurtulmuş) kişi, ibâdet yapmaktan değil, ibâdet bağından (da) kurtulmuş kişidir; ibâdet onun için artık bir zorunluluk değil, gönüllülüktür; o, ibâdetsiz yaşayamaz, ibâdetine de güvenemez, sadece Rabbine güvenir. İhlâs budur. İbâdeti kendisine zor gelen adam, ihlâslı olmaz, olamaz, o kişiye muhlis denmez; onun gönlü = kalbi Allah’a tam teslimiyette değildir; iç sesi (= şeytanı) ona hâlâ, ya nefsini (= keyfini, kendi arzularını) ya da başka ilâhları (putları, tağutları) dinle, onlara itaat et, teslim ol!, diye seslenmekte, söylenmektedir. 

Nefsimizin (= keyfimizin, kendi süflî arzularımızın) ya da başka ilâhların (= çağdaş putların ve tağutların) sesine/seslerine (= emrine/emirlerine) hayır (= Lâ) deme alışkanlığı kazanamadığımız sürece, ihlâs bizden uzak duracak, uzaklaşacaktır.

‘Lâ ilâhe illâ-l Allah’ı bir de buradan okuyalım; da, ne kadar ihlâslı (= muhlis) birer Müslüman olduğumuza (= hâlimize) bakalım. Çünkü, kurtuluşun (= halâsın) kilidi, çıkış yolu, formülü buradadır; sırat-ı müsteqîm bura/sı/dır. Rasuller/Nebîler, Sâlihler, Sâdıklar, Şehîdler bu yolu yürümüşlerdir. (Bknz. 4/69)

“İhdinâ-s sırat-el müsteqîm.” (1/6)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM