YERYÜZÜNÜN EFENDİSİ
Yeryüzünün efendisi, yeryüzünde en son ve yönetici olarak (= halife olarak) yaratılan insan. (Halife, hem en son gelen/yaratılan (halef-selef), hem de yönetme yetkisi verilen anlamındadır; bu da insandır.)
İnsan yaratılmadan önce kâinat (= yer-gök : toprak, su, ateş ve hava) yaratıldı, ve kâinat (= toprak, su, ateş ve hava) insanın emrine verildi = insana musahhar kılındı.
Ben bunlara (= toprak, su, ateş ve havaya) dört kardeş diyorum. Bunların en mütevâzisi = alçakgönüllüsü, toprak. İnsan, toprağı vatan kılar = toprak (= yeryüzü), insanın buradaki vatanıdır. Toprak, burada diğer üç kardeşinin desteğiyle/yardımıyla insana ekin-ekmek, su ve yemek verir.
Su, toprağa gökten düşer, rahmet olur; insanın susuzluğunu giderir, aklar-paklar.
Ateş, ısıtır, ışıtır, pişirir ve yakar.
Havasız (= nefessiz) yaşanmaz, yaşam olmaz.
İnsanın halifeliği, bu dört kardeşe (= toprağa, suya, ateşe ve havaya) iyi davranmak, onları iyi yönetmektir. Onlardan birini kızdırırsak (= kötü kullanarak kirletirsek), ötekiler bizden “intikam” alır.
Halifelik = toprağı, suyu, ateşi ve havayı iyi, doğru ve güzel kullanmak, onların (= âlemlerin) Rabbini dinlemekle mümkündür; bunların hepsi (= âlem) Rablerinin emrine âmâdedir.
Toprağı, suyu, ateşi ve havayı hor kullandığımız = onların Rabbine kulak vermediğimiz için; ateş, günlerdir bizden “intikam”! alıyor.
Su da, hava da, toprak da alabilir.
Sel nedir; hava kirliliği, aşırı soğuk-aşırı sıcak ve deprem nedir?!.
Doğal dengenin (= doğal dinin) bozulması ve “doğanın”! bizden intikam alması değil midir?!.
Pişman olsak = bir daha toprağı, suyu, ateşi ve havayı hor kullanmasak = doğal dine göre yaşayacağımıza söz versek; toprak suyun, su toprağın; ateş havanın, hava ateşin; ateş toprağın, toprak ateşin = yangın olduğunda su toprağın, toprak suyun; don (= çook soğuk = zemheri) olduğunda ateş (= Güneş) toprağın, toprak ateşin yardımına koşar...
Günlerdir orman yangınlarıyla boğuşuyoruz; bilmem kaç uçak, kaç helikopter, arazöz, vb. araçlarla su taşıyoruz ama bu yangınları söndürmekte zorlanıyoruz. Doğayı (= doğanın Rabbini) kızdırmasaydık, Güneş bu kadar bizi yakar mıydı = hava sıcaklığı 40°C’lerin üzerini bulur, bu yangınlar çıkar mıydı; çıksa bile gök, yağmur (= rahmet) kapılarını açmaz, anında bu yangınları söndürmez miydi?!.
Her dönemde (= geçmişte de) insan, efendiliğini (= halifeliğini = dinini = yaşam biçimini) bozunca, dünyanın = doğanın dengesini de bozmuştur.
Geçmiş kavimlerin başına gelenler, bizim de başımıza gelebilir; yaşananlar, sadece küçük bir uyarıdır.
Aklımızı başımıza almazsak = efendi (= halife) gibi yaşamazsak, büyük ateş (= cehennem) = çook daha büyük felâket bizi bekliyor.
Bilelim ki her şeyin azı karar, çoğu zarar. Az su, az yiyecek de; çok su, çook yiyecek de; bunların dengesiz (= adâletsiz) dağılımı/dağıtımı da kötü. Din, dengedir, orta yoldur. Aşırı tüketim hırsımız, doğal felâketleri çağırıyor.
Doğa (= doğanın Rabbi doğayla) bizi uyarıyor. Bu “sese” kulak vermezsek, daha büyük felâketler kapıda!.
Efendiliğimizi (= dinimizi = doğal/fıtrî yaşantımızı) bozmayalım; bozarsak, sonumuz kötü!.
Yorumlar
Yorum Gönder