PEYGAMBERLERİN LAKÂPLARI

Lakâp, burada unvan veya san anlamında kullanılmıştır. 

İbrâhim (a.s.)’ın lakâbı : Halîlullah.

Mûsâ (a.s.)’ın lakâbı : Kelîmullah.

İsâ (a.s.)’ın lakâbı : Ruhullah.

Muhammed (a.s.)’ın lakâbı : Habîbullah.

Bu yazı, Kelîmullah hakkında olacak.

Mûsâ (a.s.) ile Medyen dönüşünde Tûr’da konuşulmuştur. Medyen’le Mısır arası, kuş uçuşu en az 200 km; yürüyerek 600-700 km, yaklaşık bir haftalık yol. Mûsâ (a.s.) bu yolu önceden (= Medyen’e giderken) yürümüştür, bilmektedir; 8-10 yıl sonra ailesi ile Mısır’a geri dönmektedir. 

Dönüşte, Tûr’da bir “ateş” görmüştür.

“Hani O bir ateş görmüş ve yanındakilere : Ben bir ateş gördüm. Bekleyin!. Belki ondan size bir KOR getiririm veya ateşin yanında bir yol gösteren bulurum, demişti.”

اِذْ رَاٰ نَاراً فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُـثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراً لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى

(20/10)

“Hani Mûsâ, yakınlarına :  Bir ateş fark ettim. Size ondan bir HABER veya ısınmanız için KOR halinde bir parça ateş getireceğim, demişti.”

اِذْ قَالَ مُوسٰى لِاَهْلِه۪ٓ اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراًۜ سَاٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ اٰت۪يكُمْ بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ

(27/7.)

“Mûsâ, (Medyen’deki) süresini tamamlayınca, ailesi ile yola çıktı. Tûr tarafında bir ateş fark etti. Ailesine : Bekleyin. Ben bir ateş gördüm. Belki size ondan bir HABER veya MEŞALE getiririm, dedi.”

فَلَمَّا قَضٰى مُوسَى الْاَجَلَ وَسَارَ بِاَهْلِه۪ٓ اٰنَسَ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ نَاراًۚ قَالَ لِاَهْلِهِ امْكُثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراً لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ جَذْوَةٍ مِنَ النَّارِ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ

(28/29.)

(Qabesi ve şihâbı, ateş parçası = kor; şihâb, aslında göktaşı; cezveyi de meşâle olarak çevirdim. Bu kelimeleri HABER ile ilişkilendirdiğimizde GÖKSEL HABER = GÖKTEN YERE İNEN/GELEN ATEŞ/HABER diye okumak da mümkün.)

Mûsâ (a.s.) ile o ateş üzerinden konuşulmuştur. O, o ateşe yaklaşınca = “felemmâ etâhâ”, Ona seslenilmiş = “nûdiye yâ Mûsâ”; Ben Senin Rabbinim...  = “innî ene rabbük”..., denilmiştir. (20/11.)

“Ben Seni seçtim = ve ene-htartüKe; Sana vahyolunanı dinle = festemi’ limâ yûhâ.” (20/13.)

Söylediğimi/söylenileni dinle denmiyor, vahyolunanı dinle, deniyor.

Demek ki konuşma, söyleme şeklinde değil, vahy şeklinde.

Vahiy, işaretle hızlıca ve gizlice, sadece muhatabın duyabileceği bir “konuşma”! olmalı. 

Şeytanlar da kişiye özel vahyederler. = “inne-ş şeyântîne le-yûhûne ilâ evliyâihim liyücâdilûküm.” (6/121.)

Bal arısına da vahyedilir. = “ve evhâ rabbüke ilâ-n nahl.” (16/68.)

Mûsâ (â.s.) annesine de vahyedilmişti. = “iz evhaynâ ilâ ümmüke mâ yûhâ.” (20/38.)

Nuh (a.s)’a da gemi yapması vahyolunmuştu. (Bknz. 23/27.)

Zilzal (= kıyamet) kopunca, yeryüzüne de vahyedilecek ve yeryüzü, herkesin her şeyini haber verecek. Çünkü, Rab ona da vahyedecek. = “bi enne rabbeke evhâlehâ.” (99/5.)

Vahy, “özel, gizli ve hızlı” konuşmadır. Birine “bişey” vahyedilirse, o şeyin yapılmaması mümkün değil, o şey kesin yapılır. Kişi, kimden vahy aldığını da bilir; bilmezse, bilemezse, işimiz çook zor.

Kiminle konuştuğunu bilmeyen/bilemeyen, kendini de bilmez/bilemez.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

İMAN - AMEL İLİŞKİSİ