GÖREV
Görev : Yapılması gereken vazife. Gerekme (görev), zorunlu ve gönüllü olur. Zorunluluk, dışardan (= bi başkasından); gönüllülük, içerden, kişinin kendi içindendir.
Ödev de böyledir, görev gibidir.
Ödev, verilir; görev, alınır; göreve tâlip olunur.
Ödevin, görev olarak kabul edilmesi, onun benimsenmesine bağlı.
Bazen de kişi, kendi kendine ödev verir. Bu, aynı zamanda görevdir. Görev ve ödev (almak), sorumluluk almaktır.
Kişi, kendisine verilen ödevi ve görevi, benimseyerek, gönülden kabul ederse, elinden geldiğince onu yapmaya gayret eder. Benimsemez, ama yapmak zorunda da kalırsa, ya zayıf bırakılmıştır ya da aklını ve iradesini, o ödevi ve görevi kendisine verene kiraya vermiştir, satmıştır.
Kişi, kendisine verilen ödevi ve görevi (= sorumluluğu) reddedebilir de. Reddedemediği durumlarda, mahkûmdur; köleler ve esirler (= mahkûmlar) böyledir.
Kul, kendisine verilen/teklif edilen görevi (= ödevi), isteyerek (= gönülden) kabul edendir ve kendisine görev (= ödev) Veren’in iradesini, kendi iradesi gibi görendir.
Böyle bakarsak kul, köle (= esir, mahkûm) değildir.
Müslümanlık, böyle bir görevdir, böyle bir ödevdir. Allah, bu görevi (= ödevi), “zor kullanmadan” insanlara teklif eder, Müslüman da bu teklifi gönüllü olarak kabul eder. (= mükellefiyet.) Dinde, zorlama (= ikrâh) yoktur. = “lâ ikrâhe fid-Dîn.” (2/256.)
Bizler, ana-baba ve toplum zorlamasıyla (= mahalle baskısıyla) mı Müslüman oluyoruz, yoksa gönüllü olarak = isteyerek mi?!.
Müslümanların Müslümanlığına bakınca, gönüllü Müslümanların sayısının az olduğunu söyleyebiliriz.
Rabbimizin, İslâm’ı kabulde bizim üzerimizde zor kullanmaması, bize verdiği akıl ve iradeden dolayıdır. İnsana hem akıl ve irade ver, hem onları vermemiş gibi yok say!; bu, açık bir tezattır; Rabbimiz olan Allah, bundan münezzehtir.
Müslümanlık bize “dışardan içeriye” yapılmış bir tekliftir. Bu teklifin “içerde” (= bizde) olumlu bir karşılığı olmazsa, Müslümanlığı gönüllü olarak kabul edemeyiz. Bize (= herkese) bu teklifi yapan Allah, bu teklifi kimin kabul edeceğini ve kimin kabul etmeyeceğini de bilir. Kabul etme de etmeme de, O’nun iradesine uygundur.
“ve mâ teşâûne illâ en yeşâellah.” = Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz. (76/30. 81/29.)
Bizler, Müslümanlık dışı görevlerin “kısa vadeli getirisine” gönülden tâlibiz. Oysa Müslümanlığın bugün, kısa vadede külfeti, uzun vadede getirisi vardır, bu yüzden de çok az kimse bu göreve tâliptir. = “kellâ bel tühıbbûn-el âcile/h, ve tezerûn-el âhira/h.” = Hayır siz, âcil (= peşin) olanı çok seviyor, âhireti umursamıyorsunuz. (75/20-21.)
Kısa vadeli ve peşin getirili görevlere tâlip olanlar, bu görevlerin uzun vadeli getirisi ve götürüsü ile ilgilenmiyorlar; bu yüzden de görevlerini “hakkıyla” yapamıyorlar.
Hakkıyla görev yapmak, o görevi gücümüz yetmediği için yapamasak bile, o göreve cân-ı gönülden gönül vermek, o görevi gönüllü olarak kabullenmektir.
Zaferden değil, seferden sorumluyuz. Rabbimiz bize, niye zafer kazanmadınız, diye değil; niye sefere çıkmadınız, diye soracak.
İslâm’da sefer görev emrinin yaşı yok.
Yorumlar
Yorum Gönder