SABIR
Sabır = Sabr :
1. Yokluk-yoksulluk, hastalık, haksızlık gibi “olumsuz” durumlar karşısında şikâyet etmeden, sızlamadan (= جزوع) ve isyan etmeden dayanma, direnme, tahammül gösterme.
2. Olması umulan (= umut edilen) bir şeyi, aceleye getirmeden, telaşa kapılmadan olmasını bekleme.
3. Zararlı şeylerden kaçınmakta; faydalı şeyleri yapmakta ısrar.
4. Başa gelen her şeye “eyvallah” deme, şikâyet etmeme.
Son hâl, ‘pasifliği’ çağrıştırır gibi görünse de bu hâl, aslâ pasif bir hâl değil. Sabır, bilginin ve duygunun en aktif olduğu hâldir; bu ikisi, eylemde (= sabır eyleminde) birleşir. = Sabır, aslâ bir eylemsizlik hâli (= pasiflik) değildir; olsa olsa bir “âcizlik veya güçsüzlük” hâlidir.
Sabreden kişi, kendi gücünü bilir; daha güçlü (= tek güçlü) Olan’a güvenir ve sonucu bekler.
Sabır, umuttur. Umut yoksa sabır, sabır olmaktan çıkar ve zulme (= zâlime) teslimiyete dönüşür.
Sabır, kişinin elinden geleni = üzerine düşeni yapması ve geri kalanı, Hakk’a bırakıp beklemesidir.
Bu hâl, iyi-kötü tek tek olaylar için de tüm olaylar (= hayatın bütünü) için de geçerlidir.
İyide ısrar da, kötüye direnç de sabır gerektirir.
Sabr, Ül-ül Azm Peygamberlerin en başat özelliğidir.
Rab bile sabırlıdır = Es-Sabûr’dur; oysa O’nun ol dediği hemen olur. = "kün fe-yekûn."
Serinkanlılık = öfkeden ve şiddetten uzak duruş, sabırla ve teennî ile mümkündür. Kişi, sabrederken etraflı düşünür ve haksızlık etmekten korunur.
Acele işe şeytan karışır.
Sabır, yavaşlık ve uyuşukluk demek de değildir, aksine kişinin uyanık olması, olup-bitenin/olayların ve kendinin (= kendi imkânlarının) farkında olmasıdır.
Sabırlı olmayan kişi, olup-biten olaylar ve yaşananlar karşısında sızlanır, hayıflanır; buna cez’ (= جزع) denir. Kelime Kitâb’ta iki yerde geçer : 70/20 ve 14/21.
“İnsan, hırslı (= helûâ) yaratıldı; başına bir kötülük (= şerr) geldiğinde sızlanmaya (= şikâyet etmeye = cezûâ) başlar.” (70/19-20.)
“Herkes Allah’ın huzuruna çıkacak. Güçsüz olan kimseler (= d/zuafâ), büyüklük taslayanlara (= müstekbirlere) : Gerçekten biz size uyan = tâbî olan kimselerdik. Şimdi siz, Allah’ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?! diyecekler. Onlar : Eğer Allah bize bir yol gösterseydi, biz de kesinlikle size yol gösterirdik. Artık sabretsek de sabretmesek de bizim için birdir. Bizim için kaçacak bir yer yoktur.” diyecekler. (14/21.)
Burada, sabretmez = direnmez de müstekbirlere uyar = tâbî = teslim olursak, bizi kimse Allah’ın ga(z/d)abından kurtaramaz. O zaman da o ga(z/d)aba sabretmeyle sabretmemenin bi farkı kalmaz.
“Ey iman edenler!. Sabredin ve zorluklara karşı sabırlı (= dirençli) ve duyarlı olun. Allah’tan korkun. Umulur ki kurtuluşa erenlerden olursunuz.”
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
(3/200.)
Âyetteki sabrın iki emir formunun اصْبِرُوا ve وَصَابِرُوا anlamları farklı olmalı!.
Allah’tan korkun da zâlimlere (= Allah’ın dinini tanımayanlara) boyun eğmeyin, onların zulmüne direnin ve onlara kolayca teslim olmayın ki sizin dinde (= Allah’a kullukta) samimî olduğunuz belli olsun, açığa çıksın!.
Zorluklara (= sıkıntılara) direnç/sabır bizi olgunlaştırır, geliştirir. Zorluklara (= sıkıntılara) teslimiyet de bizi omurgasız kılar.
Sabır, omurgalı insanların en önemli hasletidir.
“Asra yemin olsun ki insan/lık ziyanda/hüsrandadır; iman edenler, sâlih amellerde ısrar edenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç.” (103/1-3.)
Yorumlar
Yorum Gönder