İYİ NEDİR, NEREDEDİR?!.
Şimdilik, EN YÜKSEK İYİ’yi erteliyorum; “bizim için iyi” olana yöneliyorum.
Bizim için iyi olan ne?!.
Sokrat, buna erdem; Aristo, herkesin ortak olarak arzuladığı “şey”; Kant da iyi niyet demiş.
Sokrat ve Kant, iyiyi öznel; Aristo, hem öznel hem nesnel görmüş. Ben bu konuda Aristocuyum; bu yazı, bu konuya dair.
Bizim için iyi (bu iyi, aynı zamanda güzel, tatlı, hoş), şeylerle etkileşimimiz sonucunda “içimizde” oluşan bir duygu. Şekere tatlı dememiz, sadece şekerdeki tattan değil, aynı zamanda bizdeki tat alma duygusundan. Tat alma duygusu körelmiş insanlar (ageusia hastaları) şekerdeki tadı alamazlar ama şekerdeki tat yine vardır.
Erdem ve iyi niyet (= kişinin ahlâklı ve iyi niyetli olması), birine, birinin bir davranışına verdiği “tepki” ile görünür, ölçülür veya belli olur; durup-dururken kişinin erdemi ve iyi niyeti görülmez ve bi işe yaramaz.
İyiye (= güzele, doğruya) arzu duymak da buna benzerdir. Arzu, yönelmeye ve eyleme/ye dönüşmezse, arzu olarak kalır, görünmez. Arzu duyduğumuz, bir şey (yemek veya eşya) ise, onu alıp-tatmamız ve ondan yararlanmamız (onu kullanmamız); bir kimse (= insan) ise, ona bu arzumuzu en azından bildirmemiz (= söylememiz) ve onunla birlikte vakit geçirmemiz gerekir. Bu, arzu duyan olarak bizi özne; arzu duyulan olarak da muhatabımızı “nesne”! kılar. Genelde nesne, şeyler için kullanılır; ama ben burada bu kelimeyi, insanî etkileşimin öteki tarafı anlamında kullandım.
Neticede, iyi (= doğru, güzel, tatlı, hoş; zıttı kötü, yanlış, çirkin, acı, nâhoş), ne salt bizde (= bizim içimizde), ne de salt dışarda, dışımızdadır; içeri ile dışarının etkileşimindedir.
Buraya kadar olan kısım, belki de işin yarısı (bile değil)!. Her arzunun ve her iyinin bir amacı olmalı; ve bu amaçlar, EN YÜKSEK İYİ’yi amaçlamalı. EN YÜKSEK İYİ de dışsal ihtiyaç anlamda hiçbir şeye arzu duymamalı = Kendi Kendine yetmeli = Samed olmalı = İYİLİĞİ KENDİNDE/N olmalı. Diğer iyiler (= bizler) de, nihaî amaç (= erek) olarak O’na yönelmeli/yiz. O’nun Varlığı, diğer her iyiyi kendi çapında, kendi hiyerarşik düzeni içinde iyi olarak tutmalı veya onların iyi kalmasını sağlamalı. Bu hiyerarşik düzenin (= dinin) ve amacın dışında kalanlar da kötü ismini almalı ve kötü muamelesi görmeli.
O’na yönelmeyen (= O’na doğru dönmeyen = kıble) ve O’nu tesbih ve zikr etmeyen her şey ve herkes, kötüdür. Şeyler, O’nu tesbih ve zikr eder, ama biz onların tesbih ve zikrini anlayamayız; çoğu kimse de O’nu tesbih ve zikirden ferağat eder. Ferağatı da imtina = geri durma anlamında kullandım.
Tek tek iyililer (doğrular, güzeller), insânî ve ânlık (= geçici) iyilerdir. Bu iyiler, KALICI veya EBEDÎ İYİ’ye yönelerek “gerçek iyi” olurlar. Bu yönelim olmazsa (= hedeflenmezse), hiçbir iyi bizi tatmin (ve mutlu) etmez, edemez.
Yorumlar
Yorum Gönder