SURİYE MESELESİ
Suriye, Türkiye ile hemen hemen aynı yıllarda kuruldu. Suriye, 2 Mart 1920’de; Türkiye, 29 Ekim 1923’te.
Suriye’nin meselesi, Türkiye’nin de meselesidir. Türkiye’nin meselesi, Suriye’nin de meselesidir.
Türkiye gibi Suriye’de de bir çok etnik grup vardır.
Suriye’de baasçılık = Arap milliyetçiliği, Türkiye’de de Türk milliyetçiliği iki ülkedeki meselelerin kaynağıdır.
Türkiye’de 1984’de patlak veren PKK (= Kürt milliyetçiliği) meselesi; Suriye’de 2011’de patlak veren iç savaş ve bu savaşın tekrar Arap milliyetçiliğine evrilmesi, ve Türkiye’nin desteği ile Suriye’de kurulan yeni devlete, Suriye Arap Cumhuriyeti adı verilmesi, meseleyi çözmeye değil, düğümlemeye yöneliktir.
Türkiye, kendi meselesini ‘Barış Süreci’ adı altında çözmeye çalışırken, Suriye’de farklı bir politika izliyor; bu, akıl alır bi şey değil.
İki ülke (her ülke) için de çözüm : ırka, renge ve kana dayalı (her türlü) milliyetçiliğin = ırkçılığın (= Türk, Kürt, Arap, Fars, Alman, Rus, vb.) ayaklar altına alınması ile mümkün. Irk, renk ve kan, farklılıktır; bu farklılık da tanışmak (= liteârafû) içindir; övünmek, gerinmek ve üstünlük kurmak/taslamak için değil.
Irk, renk ve kanla övünmek, gerinmek ve üstünlük kurmak/taslamak, hiçbir meseleyi çözmediği gibi bütün meseleleri besler.
Yahudiler gibi, dini millîleştirmek de bi tür milliyetçiliktir. Irkî milliyetçilik, dini de millîleştirmeye kalkıyor. Arap İslâmı, Türk İslâmı, Fars/Pers İslâmı gibi. Ma’betlere millî bayrakların asılmaya başlanması, dînî milliyetçiliğe yol verir; dinin evrenselliğini yaralar ve Müslümanları böler.
Bütün suç (kabahat), dış güçlerde (sözgelimi İsrail ve ABD’de) değil; çoğu zaman bizler o güçlerin eline büyük kozlar veriyor; böyle yaparak da kendi içimizdeki ateşi kendimiz yakıyoruz.
Modern milliyetçiliğin doğuşunu 1789 tarihli Fransız İhtilaline dayandırıyoruz; oysa ilk bireysel milliyetçilik Hâbil-Kâbil meselesine = kişisel kıskançlığa kadar gider. Kıskançlık için, en azından, bir öteki şarttır. Bu öteki/ler, daha sonra kana (= kan akrabalığına), boya, soya, toprağa ve ortak menfaatlere/çıkarlara dayalı olarak çeşitlenmiştir.
Müslümanların (= İslâm’ın) ötekisi, şeytandır; zulüm, haksızlık ve adâletsizlik üreten şeytanî düzenlerdir; kan, boy, soy ve bireysel ve toplumsal çıkarlar/menfaatler değildir.
Bir ülke, yer altı ve yer üstü kaynakları için ve orada yaşayan insanların ırkına bakılarak dost ya da düşman olarak görülemez.
Suriye asker göndermek, belki, İsrail saldırılarını önleme adına kısa vadede çözüm olabilir, ama uzun vadede Suriye meselesini çözmez. Elbet Suriye’nin büyük çoğunluğu Arap'tır; %10-12 civarında Kürt; %5 civarında Türk; %4-5 civarında Süryânî; %3 civarında Dürzî; %1-1,5 Çerkes; %1 Ermeni vardır Suriye'de. Bir ülkede etnik kimliğinden dolayı %1’lik bir kesim, yoo 1 kişi bile zulüm görüyorsa, oradaki mesele çözülememiştir. Yeni kurulan Suriye devletinin adı, Suriye Arap Cumhuriyeti olarak kaldığı sürece, bana göre mesele sittîn sene çözülemez gibi duruyor.
...
Suriye lideri Ahmed el Şara’nın ailesi, bugün İsrail’in işgal altında tuttuğu Golan’da doğmuş, Arabistan’a göçmüştür. Ahmed el Şara’nın El-Kaide üyesi ve HTŞ lideri olduğu dönemdeki (eski) adı, Ebû Muhammed el Golânî’dir. 2006’da Amerikan güçlerince yakalanmış, 2006-2011 yılları arasında hapis yatmıştır.
...
Türkiye, Suriye'de etkin bir ülkedir; Suriye meselesinin çözümünde de 40 yıllık deneyimini kullanmalıdır; orada da bir 'Barış Süreci' başlatmalıdır. Türkiye (= devlet aklı), içerdeki 'Barış Süreci'nin, Suriye'yi, Irak'ı, hatta bütün Ortadoğu'yu ve dünyayı içine aldığını ve etkilediğini bilmiyor olamaz; bilmiyorsa, süreç kısa sürede akamete uğrar, yazık olur.
Yorumlar
Yorum Gönder