YAŞAYAN KUR'ÂN

Hz. Âişe vâlidemize Efendimiz sorulunca : “Onun ahlâkı Kur’ân’dı.” buyurmuştur. (Ebû Davud, Tatavvu, 26. Müslim, Müsâfirîn, 139. Nesâi, Kıyâm-ül Leyl, 2.)

(Bunu, İ. Eliaçık’ın Yaşayan Kur’ân Meali ile karıştırmayın.)

Ahlâkın Kur’ân olması, Kur’ân’ın ahlâk olarak yaşanması veya hayat tarzına dönüşmesidir. 

Efendimizin hayatının diğer insanların -- sözgelimi Ebû Cehil’in = Amr b. Hişam’ın = Ebû-l Hakem’in -- hayatından farkı neydi?!.

Ebû Cehil = Amr b. Hişam da sakallı ve sarıklıydı, Efendimiz de. 

Ebû Cehil = Amr b. Hişam = Ebû-l Hakem, Bedirde öldürülmeden önce Mekke’nin lideriydi; bilge olarak bilinirdi = Ebû-l Hakem, bilgelerin babası demek. O, İslâm’ın ilk Mesajını = “Lâ ilâhe illâ-l Allah.”ı duyduğunda, ilk karşı çıkanlardandı.

“Muğire bin Şu’be anlatıyor : Muhammed’i ilk tanımam şöyle olmuştur : Mekke sokaklarının birinde Ebu Cehil’le beraber yürürken yolda Muhammed’e rastladık. Muhammed : Ebu-l Hakem! Neden İslam’ı kabul etmiyorsun ve Bana Allah’ın Resulü olarak inanmıyorsunuz?!. Allah ve Resulüne gel, seni Allah’a çağırıyorum, dedi. Ebu Cehil ise : Ey Muhammed! Tanrılarımıza dil uzatmaktan ne zaman vazgeçeceksin?!. Yalnız Senin getirdiğine şahitlik etmemizi mi istiyorsun?!. Biz Senin vazifeni yaptığına şahitlik ediyoruz. Vallahi, söylediklerinin gerçek olduğunu bilsem elbette Sana uyarım, dedi. Muhammed gidince, Ebu Cehil bana dönerek : Onun söylediklerinin gerçek olduğunu kesinlikle biliyorum. Fakat beni men eden şey şu : Kusayoğulları, Hicâbet (= Kâbe’nin bakımı) bizde dediler. Peki dedik. Sikâyet (= Hacılara su verme) bizde dediler. Peki dedik. Nedve (= Dâr-un Nedve’den, Parlemento işleri) bizde dediler. Peki dedik. Sonra onlar yemek verdiler, biz de verdik. Sonunda bir konuda onlarla tam eşitliği sağlamışken, onlar : Peygamber de bizden, diyorlar. Hayır! Vallahi bunu kabul edemem.” (Beyhâki. Bidâye, III/64; İbn Ebi Şeybe. Kenz’ul-Ummal, VIII/129.)

Bu, düpedüz asabiyetçilik = kavmiyetçilik. Ebû Cehil ırkçıydı ve hırslıydı. Üç-beş göbek geriden Efendimizle ataları birleşiyordu, ama “boylar” (= kabileler) farklıydı. Ebû Cehil, hırsı ve bilgeliği sayesinde Dâr-un Nedve’ye = Parlementoya kırk yaşından önce girmişti; kimse kırk yaşından önce oraya giremiyordu.

Efendimiz, ırkçı ve kavmiyetçi değildi, hiç olmadı; Arap’tı ama Veda Haccında Arap Aceme üstün değildir, dedi. Hep mazlum ve müzteza’fların (= zayıf bırakılmışların) yanında durdu. Ebû Cehil ise, ekonomik ve siyasal olarak güçlü bir zâlimdi.

Ama, ikisinin de dış görünüşleri aynı, ahlâkları (= olaylara yaklaşımları, aldıkları kararlar) farklıydı.

Bizler, her gün Kur’ân okuduğumuz hâlde, Efendimizi şeklen (= dış görünüş itibariyle) örnek alıyor, ahlâken = olaylara yaklaşımımız, aldığımız kararlar ve yaşam tarzımız açısından da “Ebû Cehiller ve Kârunlar gibi”! yaşıyoruz.

Kur’ân, bizde yaşamıyor. Biz Ona “değerli ve kutsal kâğıt”! (= Mushaf) muamelesi yapıyor ve Onu özel kutularda (= camilerde, müzelerde, sandıklarda ve özel kaplarda) saklamayı (= korumayı) sürdürüyoruz.

Yaşayan Kur'ân, hayata dokunan Kur'ân'dır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

İMAN - AMEL İLİŞKİSİ