Kayıtlar

Bilmek isteyenlere etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

KULLUK, KÖLELİK MİDİR?!.

Hayır. Köleye emir veren, kendi yararını/menfaatini düşünerek emir verir; kula emir Veren, kendi yararını/menfaatini düşünmez, çünkü O’nun hiçbir menfaate ihtiyacı yoktur, O, Es-Samed’dir. Veya, Köle, efendisinin yararını düşünerek; kul da, kendi yararını düşünerek verilen emre itaat eder. Bu yüzden, kul, köle değildir. Bu durum, anne-babasının emrine itaat eden çocuğun durumuna benzer. Anne-babaların çocuklarına verdiği emirler de çocuklarının yararı içindir. Eğer çocuk akıllıysa ve anne-babası tarafından kullandığını düşünüyorsa, ilk fırsatta anne-babasının emirlere isyan eder.  Anne-babalar, çocuklarına kendi menfaatleri için emirler veriyorlarsa, bu emirler de hegemoniktir, çocukları köleleştirmeye yöneliktir. Rab, abdlarına (= kullarına) Kendi menfaati için emirler vermez, O’nun emirleri kullarının menfaati içindir; Rabbin, abdlarından herhangi bir menfaati yoktur; o abdlar, O’na itaat etmeseler bile O, bu itaatsizlikten en ufak bir zarar dahî görmez.

İSİMLERİN ÖĞRETİLMESİ

“ve alleme âdem-el esmâe küllehâ... Âdem’e tüm isimler öğretildi ve meleklere Âdem’e secde edin, dendi.” (2/31) Tüm isimler öğretildi.  Ama Âdem, tüm bu isimleri bilmiyor; çok azını biliyor.  İsimler, varlığın zihnî/zihindeki karşılıkları ama bu, sadece zihinde kalır da eyleme dönüşmezse, buna tam öğrenme denmiyor. İlim/öğrenme, iman etmeyi ve o imanın gereğini yapmayı gerekli kılar. Âdem’e tüm isimler öğretildiği hâlde, Âdem yine de yanlış yaptı; yaklaşmaması gereken yasak ağaca yaklaştı. Tüm isimlerin öğrenilmesi ve onlarla amel edilmesi mümkün mü?!. Mümkün. Öğretilmiş; bize düşen hatırlama ve gereğini yapma. Ne kadar çok isim öğrenilirse, o kadar çok melek bize secde eder. “fetelaqqâ âdemü min rabbihî kelimâtin fetâbe aleyh... Âdem, Rabbinden (yeni)! kelimeler aldı ve onlarla tövbe etti.” (2/37) Demek ki önceden öğrendiği kelimeleri hatırlamak için Âdem Rabbinden yardım istedi; o kelimeleri tam hatırlayabilse ve onların gereğini yapabilseydi, Rabbine muhtaç olmaz!, o ağaca yaklaşmaz

GÜÇ MÜCADELESİ

Diyalektik materyalizm. Tez-Antitez-Sentez. Sonucu baştan söyleyeyim : Allah’a inanılmazsa, bu mücadele (= güç mücadelesi) bitmez. Bu mücadelenin siyasî ayağı, iktidar-muhalefet; ekonomik ayağı, zengin-fakir; fikrî ayağı, akıl-Vahiy. Ben burada bu mücadelenin akıl-Vahiy ilişkisine değineceğim. Bunun kaynağı, kökü/kökeni (= arketipi/archetype), tâ kâlû-belâ’ya; orada, şeytanın Âdem’e secde etmemesindeki çatışmaya = mücadeleye dayanır. Ne oldu orada?!. Âdem’e bütün isimler öğretildi; meleklere : Âdem’e secde (= itaat) edin!, dendi; İblis, secde etmedi. = İblis, Allah’ın otoritesine karşı geldi; gerekçe olarak da : ben ondan üstümüm; beni ateşten, onu topraktan yarattın, dedi. (Bknz. 2/30-39) Bu, bir akıl yürütmeydi. İblis (= şeytan), Rabbinin otoritesine (= Aklına!; aklı, Rab için kullanmayı sevmiyorum ama mecburum) değil de, kendi aklına güvendi. Ara bir hüküm cümlesi kurayım. Akıl, Vahye (= Allah’a, İlâhî Akla!) güvenmezse, O Akıl’la! çatışır = mücadele eder. Batı aklı, İlâhî Akıl! ile

C.C. NE DEMEK?!.

Bu kısaltma, Allah için kullanılır. Celle CelâlüHû = O, Ulu’dur, O’nun şânı yücedir, demek. “Allah varken (= Allah ile beraber) başka bir ilâha (ilâhlara) yalvarma!. (Zaten) Allah’tan başka ilâh yok (ki)!. O’ndan (= O’nun Vechinden) başka her şey helâk olacak. Hüküm O’nun, (= Gerçek Otorite, O.) O’na döneceksiniz.” (28/88). Sizin ilâh sandıklarınız (da) helâk = yok olacak ve O’na dönecek!. “... innâ lillah-i ve innâ ileyhi râciûn.” (2/156) Hepimiz O’ndan geldik, O’na döneceğiz. O’nda helâk (= yok)! olacağız. Her şey yok olunca, O kalacak. Zaten, hiçbir şey yokken de sadece O vardı. Ama, bu “yok oluş”!, aslâ bir kayboluş değil. O, yok olmaz. Öyleyse, iyiler, O’nda iyi; kötüler, O’nda ‘kötü’! olacak, olarak kalacak. Bu ‘kötü’, bize göre kötü; O, aslâ kötü değil. Bu kötü, iyinin iyiliğinin bilinmesi için gerekli olan kötü. Tam, mükemmel ve iyi olmayan kötüdür. O, Zât olarak TAM, MÜKEMMEL, MAHZÂ İYİ’dir; O’nun Zâtında aslâ zerre kötülük yoktur. O’nun sıfat olarak, Celâl’i ve Cemâl’i vardır

HARF-İ TARİF = El (ال)

İngilizce karşılığı The.  El, İbranicede güç demek; ilâh anlamında da kullanılır. Arapçada el, belirlilik takısıdır, belirtgeçtir. Tarifin kökü, ARF (عرف); anlamı, tarif etme, bildirme, tanıtma, yol gösterme, belirgin kılma... Kimi, neyi?!. İlâh’ı. Allah’ı = El-İlâh’ı.  Allah, El ile Hû/O’nun (هو/Hüve’nin) şedde ile = şiddetli bir birleşiminden oluşur, İsm-i A’zam/Özel İsimdir. O, El-Hû’dur; El ile Hû, şedde ile pekişirse, lâm iki kere okunur ve son harfte (He’de) durulur, böylece Allah İsmi elde edilir. Her nefes alış-verişte “Hû’ denir. Theo da, The ile O’nun birleşimidir; Theo, Tanrı demektir. Allah = El-İlâh, Güçlü ve Belirgin, Tek İlâh’tır. Başka ilâh yoktur; öbürleri, ilâh-milah değildir, ama onlar, kendilerini ilâh sanırlar. = “Lâ ilâhe illâ-l Allah.” Kendilerini ilâh sananlarda, kendilerinden bir güç ve kuvvet yoktur. “Lâ Havle ve lâ Quvvete illâ Billah.” onlara güç-kuvvet ve kudreti Allah vermektedir. Böyle bir Güce (= otoriteye) itaat edilmez mi?!. Etmeyen, etmiyor; kendine y

OTORİTE

Emir verme yetkisinde olan, emreden, âmir. Âmirde/otoritede güç olmazsa, emre isyan edene (cezâi) yaptırım uygulayamaz. Emir, itaatle tamamlanır. Otoriteye itaat eden kimse olmazsa o, kendi çalar kendi oynar; kendi kendinin otoritesidir. Tebaası/milleti olmayan devlet bulunmaz; devlet, tebaa/millet ile ayaktadır, vardır. Millet, devletten desteğini çekerse, devlet göçer. Bunun tek istisnası Tanrı = Tanrısal otorite. Tanrı’ya kimse itaat etmese, O yine Tanrı’dır; O’na itaatsizlik O’nun Tanrılığına zarar vermez, itaat etmeyenlere verir.  Ailede aile reisi (baba), otoritedir. Devlette devlet başkanı otoritedir. Devlet başkanı, hiyerarşik olarak otoritesini paylaştırır. Yazar (İngilizcesi author), otoritedir. Yazarın bizdeki karşılığı muharrirdir; muharrir, hür/özgür, istediğini söyleyen veya yazan adam, demek. İçimizdeki kötülük (= şeytan) de iyilik de birer otoritedir. İnananlar için en büyük otorite de Tanrı’dır. Tanrı, şeytana emretti, Âdem’e secde et!, dedi; şeytan O’nun otoritesini t

İSLÂMÎ BİR DEVLET MÜMKÜN MÜ?!.

Mümkün. Bu devletin şekli önemli değil; yeter ki dayandığı değerler (= ilkeler) İslâmî olsun. Wael B. Hallaq, bunu mümkün görmez, imkânsız görür. Dediğim gibi o, devleti modern devlet olarak, o devleti yönetenleri de “sıradan insanlar”! olarak görür. İslâmî devleti yöneten Müslümanlar, “sıradan insanlar” değildir. Onlar, diğer “sıradan insanlar” gibi sadece yönettiklerine değil, Allah’a da hesap vereceklerini bilirler ve yönettikleri devleti kişisel çıkarları için kullanmazlar.   *** Hadid, 25. “Biz, Elçilerimizi açık kanıtlarla gönderdik; Onlarla Kitâb ve Mîzanı indirdik, demiri de. İnsanlar adâleti (= qıst) yerine getirsinler diye...” Kitâb’ta hüküm/yasa; mîzanda fiilî ölçü (terazi); demirde de güç var. Güç, demirle (silahla ve devletle) uygulanır, silah devletin  (= askerin ve polisin) elindedir. Devletteki yasa âdil değilse veya devletin terazisi âdil tartmıyorsa, o devlet Kitâbî = İslâmî değildir. *** Modern dünyada (modern-ulus) devlet, Tanrı’nın yerini almış, Tanrılığa soyunmuşt

KUR'ÂN'IN KONULARI

Kur'ân konularının Kur'ân’da konu edilişinin sırası çok mu çok önemli; buna Kur'ân’nın nüzul sırası deniyor. Kur'ân, öncelikle şahsiyetli/kişilikli bir kişi (birey) inşâ eder. Bu kişileri inşâ ettikten sonra da onların oluşturduğu toplumu ve siyasal yapıyı (devleti) bu şahsiyetli kişilere emânet eder. Mekkî Sûrelerin tamamı, şahsiyetli/kişilikli bir kişi (birey) inşâ etmeye ma’tuftur/yöneliktir. Bu da Allah’tan başka hiç kimseye (= zâlimlere) kulluk (ibâdet = itaat) etmemek = “lâ ilâhe illâ-l Allah.” demektir. Bu ilkeden taviz verenler, sağlıklı bir toplum ve âdil bir devlet inşâ edemezler. Günümüz siyasal islâmının tüm dünyadaki başarısızlığı, siyasal islâmcılarının başarısızlığıdır. Bireysel ve malî ibâdetler (= namaz, oruç ve zekât/sadaka) bu bireyi inşâ etmek ve yaşatmak içindir; hac ise, toplumsal ve siyasaldır.  Medenî Sûreler ise, toplumsal ve siyasal yasa/lar koyarlar; bu da bir cemaatin ve devletin varlığını gerektirir. Artık, bu cemaatle ve devletle, zâlimlerl

POLİTİK TEOLOJİ

Başlığın politik kısmı devlete; teoloji/k kısmı dine ait; politik teoloji, aynı zamanda din devleti (= dînî devlet) demek. Din devleti, dine yaslanan/dayanan bir devlet olur mu; bu, mümkün mü?!. Din de devlet de (öyle ya da böyle) düzen kurucu yapılarsa/kurumlarsa, olur; ama devlet, kendini dinden (Tanrı’dan) bağımsız tek egemen güç olarak görürse, devlet de kendi kafasına göre bir din (= düzen) kurmuş olur. Modern ulus devletler böyle yapılardır/kurumlardır, bu yüzden laiktirler ama onların laikliği de bir dindir. Eğer vatandaş, böyle bir devlet için kendini fedâ ediyorsa (= bu devleti kutsuyorsa), o vatandaş, o devletin “şehididir”!. Gerçek din (= İslâm), Allah’ın dini İslâm için kendini fedâ edene şehîd der. Allah’ın dininde, işler bireysel ve toplumsal (siyasal, vb.) olarak ayrılmaz. O din, hayatın tüm alanlarına dair ahlâkî (âdil, hakkâniyetli) ilkeler koyar; hayatı bölmez.

DİN ve DEVLET

Düzen (= Din) Kurucu bir Organizasyon olarak Devlet. Devlet tanımı üzerinde, düşünürler anlaşma sağlasalar da devlete yaklaşımları (bakışları) farklılaşır. Hegel, devleti mutlak güçle; Hobbes, devleti, doğal yasa koyuculukla ve karmaşayı/kargaşayı önleyicilikle; Marx, devleti, belli bir sınıfın ekonomik çıkarlarının garantörlüğü ile; Schmitt, devleti, politik kararlar verici/alıcı olmakla; Foucault, kültürel hegemonya kurmakla özdeş görür... Modern devlet, her alana sirayet eder; bu devletin demokratik bir özelliği de varsa, bunu çok rafine ve çok sofistike bir şekilde (hissettirmeden) yapar. Son dönemde, devletin gücünü azaltmak için sivil topluma (STK’lara) ağırlık verme eğilimi var ama STK’larda görev alanlar, kendilerine devlette bir yer edinmek (= tanınıp seçilmek) için bu kurumları kullanılıyorlar; dolayısıyla STK’lar, devlet üzerinde herhangi bir sivil baskı uygulayamıyor.  Thomas Hobbes haklı, bugün devletler bir leviathan. Hepsi değil tabiî, egemen olanları, küresel çapta hege