ZOON POLİTİKON

Bu ta/nı/mlama, Aristotales’e ait. İnsan/lar için söylenmiş bir söz; anlamı: politik (= sosyal/toplumsal) hayvan. (= varlık, canlı)

İnsan, tek başına yaşayamaz; kendi gibi insanlarla birlikte (= bir arada) yaşar. Bu birliktelik, hem düşmanlığa hem de dostluğa (= savaş ve barışa) gebedir.

Düşmanlık, mülkiyet paylaşımından; dostluk, adâlet ve feragatten doğar. Buradaki mülkiyetin kapsamı geniş; hem maddî hem de manevî. Maddî mülkiyet, para ve para ile alınıp-satılabilen her şeyi; manevî mülkiyet, itibar, şan-şöhret, makam ve onuru kapsar. İkisi de sahiplenme ile alâkalıdır.

Bir arada (toplu/m hâl/in/de) yaşamak, kolay değil. İnsanlardaki sahiplenme duygusunu rehabilite etmek de zor. Trafikte bile sıklıkla ‘yol benim’ kavgaları yaşanmıyor mu?!. 

Sosyalizm (= komünizm) kamusal (= ortak) mülkiyeti; kapitalizm, bireysel (= kişisel) mülkiyeti savunuyor. İkisi de tehlikeli. Her şey ortak olursa : 1. Herkese ‘aynı ânda’ yetecek kadar “kaynak” yok. 2. Kaynaklar, sahipsiz kalır; kimse onları korumaz. 3. Kaynak üretiminde sorunlar yaşanır. 4. Kişisel yetenekler eşitlenir. Kişiler kendilerini geliştirmek istemezler... Özel mülkiyet mutlaklaşırsa : 1. Sahip olma, dolayısıyla da hâkim olma hırsı kamçılanır, mülkiyet savaşları hızlanır. 2. Zengin-fakir (= efendi-köle) uçurumu oluşur. 3. Zihinsel ve fiziksel engelliler aleyhine ciddî bir mağduriyet kaçınılmaz hâle gelir. 4. Devlet (= güç) zenginlerin hâkimiyetine geçer... 

Her iki hâlde de, toplum (devlet) içinde de toplumlar (devletler) arasında da düşük ve yüksek yoğunluklu savaşların sonu gelmez.

Barış (= silm) nasıl mümkün?!.

Mülkiyeti Allah’a tahsis ederek. Bedenimiz bile bizim “mülkümüz” değildir. Buradaki mülkiyet de geniş kapsamlı mülkiyet; hem maddî (= güç) hem manevî (= ızzet). = “leHü-l Mülk. İnne-l ızzete lillâhi cemîan.” (Izzet : Büyüklük, itibar, şan-şöhret, makam ve onur.)

Allah, mülkünü insanlara emanet (geçici) olarak vermiştir. Emanet “malın” kullanımını, emaneti Veren belirler. Adâlet ve feragat (= zekât, sadaka, infak), bu kullanımın olmazsa olmazlarındandır. Adâletsiz ve feragatsiz (= zekât, sadaka ve infaksız) “mal”, gasp edilmiş maldır. Buradaki mal da hem maddî hem manevî = para (= ev, araba, yat-kat, vb.) ve ilmî, siyasî, toplumsal itibar, şan-şöhret, makam ve onur. Kişi, Allah (rızası) için  paradan da; itibar, şan-şöhret, makam ve onurundan da vazgeçebilmelidir. Aksi hâlde barış (= silm, selamet; islâm da aynı kök) mümkün olmaz; savaş hâli devam eder.

Her şeye rağmen, burada mutlak barış (= silm, selamet) mümkün olmayacak; mülkiyet hırsızları var olmaya ve adâletsizlik (= haksızlık) yapmaya devam edecekler.

Devletlerdeki adâlet, maddî ve manevî mülkiyetin (= ganimetin, beyt-ül malın) âdil bölüşümüne (= dağıtımına) bağlı. Adam kayırma (= nepotizm), maddî zenginliğe, hısım-akraba ilişkilerine, siyasi yandaşlığa ve ‘siyasî kulluğa’! dayalı olduğu sürece, toplumsal huzur ve barış (silm, dolayısıyla adâlet) veya bir arada mutlu bir yaşam mümkün değil.

Biliyoruz ki buradaki yarış, rekâbet (= eşitsizlik ve düşmanlık) üretiyor ve en sonunda bu yarışı ölüm eşitliyor; esas yarış, ölüm sonrası (= öte, ebedî hayat) için yapılmalı. (Bknz. 83/20-28.) Bu da sahiplenme ile değil, verme (= feragat, özveri) ile; vermeyince, insan, insanın kurdu; (usulünce!) verince de dostu olur/oluyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK