İYİ-LİK
İyi, olumlu bir niteliktir; olumsuzu, kötüdür.
(Hasta iyi, kitap iyi, araba iyi, dediğimizde, “olması gereken, normal” durumları söylemiş oluruz.)
İyinin Arapçası birr ve hayr; zıttı, şer, fücûr/kötülük. İyiden iyilik türer; birrin çoğulu ebrâr, zıddı füccâr/fâcirler. Ebrâr, aynı zamanda iyiler demek. İyiler ile iyilikler aynı kelimeyle karşılanıyor. = İyilikler, kişileri iyi yapıyor, iyi niteliklerle donatıyor.
İyiyi kim belirler; biz mi?!.
Bizim belirlediğimiz iyiler de vardır ama bunlar çoğu zaman görelidir/nisbîdir. O zaman sorulması gereken soru şudur : Mutlak (= kesin) iyiyi belirleyen kimdir?!.
Âlemlerin Rabbi. Çünkü, O’nun yarattığı (= yaptığı) ve söylediği (= yapın dediği) her şey iyi; yapmayın dediği her şey, kötüdür.
Biz, genelde bize yararlı veya faydalı gelen şeylere iyi deriz, ama her yararlı veya faydalı iyi olmayabilir. Meselâ savaşı biz iyi görmeyiz ama onda iyilik de vardır. Bakara 216. âyet buna işaret eder; der ki :
“Hoşunuza gitmese de savaş üzerinize yazıldı (= farz kılındı). Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şeyde sizin için hayır, yine olur ki hoşunuza giden bir şeyde de sizin için şer vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
Demek ki bizim hayr (= iyi/lik) bildiklerimizde şer (= kötü/lük); şer bildiklerimizde de hayr (= iyi/lik) olabiliyormuş!.
Bakara 177’ye kulak verelim :
“Yüzünüzü doğu ve batı tarafına çevirmeniz birr (= iyilik) değildir. Asıl birr : Allah’a, âhiret gününe, Meleklere, Kitâb’lara ve Nebîlere iman etmeniz; malı sevdiğiniz halde onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yol oğluna, yardım isteyenlere, rikâb olanlara (= köle ve cariyelere) vermeniz; salâtı ikame etmeniz, zekâtı vermeniz, söz verdiğiniz zaman sözünüzü yerine getirmeniz, sıkıntıda, zorlukta ve felakete uğrama durumunda sabretmenizdir. İşte bunlardır sâdık olanlar. İşte bunlardır taqvâ sahibi olanlar.”
Buradaki Doğu-Batı nere?!.
Mekke (= Kâbe = Mescid-i Haram) ve Kudüs (= Mescid-i Aksâ). Âyet, Medine’de iniyor; Mekke doğuda; Kudüs batıda. Kudüs (= Mescid-i Aksâ) ilk kıble. Medine’deki Yahudilerle ara bozulunca kıble, Mekke (= Kâbe = Mescid-i Haram) oluyor... Deniyor ki, yüzünüzü doğuya ve batıya çevirmeniz birr (= iyilik) değildir. Nedir öyleyse iyilik?!. Allah’a, âhiret gününe, Meleklere, Kitâb’lara ve Nebîlere iman etmeniz; malı sevdiğiniz halde onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yol oğluna, yardım isteyenlere, rikâb olanlara (= köle ve cariyelere) vermeniz; salâtı ikame etmeniz, zekâtı vermeniz, söz verdiğiniz zaman sözünüzü yerine getirmeniz, sıkıntıda, zorlukta ve felakete uğrama durumunda sabretmeniz.
İyiler (= iyilikler) de kendi aralarında ve Allah katında dereceli (= kademeli). İşler bizim bildiğimiz gibi değil. Adam milyarder, 1000 TL veriyor, (verirken reklâmını yapanı saymıyorum); öbür adam aç, ancak kendi karnını doyuracak bi şeyler bulmuş; gel kardeşim beraber yiyelim, diyor. Adamın neredeyse bütün kazancı “kirli”; güya o kazancı temizlemek için “üç kuruşu” göstere-göstere veriyor; öbür adam alın teriyle kazandığı üç kuruşu eşiyle-dostluyla paylaşıyor. Adamın gücü (= imkânı) var, haksızlık karşısında “susuyor”; öbür adam “konuşuyor”... Bu ikisi bir mi?!. Bu ikisi bir olmadığı gibi, bir Mü’minle bir fâsık veya fâcir de bir olmaz. Fâsıklar, fâcirler, yaptıkları iyiliği de çıkar, kâr, reklâm amaçlı yaparlar. Kapitalist şirketler (ikiyüzlü kapitalistler) buna, sosyal sorumluluk derler.
“Hiç Mü’minle fâsık bir = eşit olur mu?!. Elbette olmazlar.”
اَفَمَنْ كَانَ مُؤْمِناً كَمَنْ كَانَ فَاسِقاًۜ لَا يَسْتَوُ۫نَ
(32/18.)
Lütfen, Mutaffifîn Sûresini (83. Sûre) okuyun ve oradaki kavramlar ve âqıbet (= sonuç) üzerinde düşünün.
Yorumlar
Yorum Gönder