SÖZLEŞME

Mîsak. Ahd.

İki veya daha çok kişinin (toplu/çoklu yaşamın) olduğu yerde ilişkiler sözleşme ile kurulur ve yürür.

İnsan, insanla; insan, toplumla (= devletle) ve insan, Rabbi ile sözleşme yapar.

Toplu/çoklu yaşamın olduğu yerde sözleşme yoksa veya yapılan sözleşmeye uyulmazsa, kargaşa, kaos ve anarşi doğar, düzen (= din) diye bişey kalmaz.

Sözleşmeler, karşılıklı olarak hak ve yükümlülükleri (= alacak-verecekleri) de belirler.

Devlet de, içinde yaşayanların (= halkın, toplumun) birbirleri ile anlaştığı bir sözleşmeden doğar. (Hobbes. Rousseau.) Kimlik (= nüfus cüzdanı veya pasaport) alırken ana-baba, evlâtları adına bu sözleşmeye imza atmış olurlar. Çocuklar rüşde erince, ana-babalarının yaptığı bu sözleşmeyi beğenmezlerse, ya yeni bir sözleşme için “siyaset”! yapar (= çalışır, yazar-çizer, kendilerine taraftar toplarlar, vs.) ya da içinde yaşadığı ülkeyi terk ederler.

Rabbimizle de “kâlû : belâ’da” (= ruhlar âleminde) sözleşme yaptık. Rabbimiz bize sordu : Sizin Rabbiniz Ben değil miyim?!. = “elestü bi rabbiküm?!.” Biz de “evet” (= belâ), dedik. Bu sözleşme de bize bazı hak ve yükümlülükler (= ödevler, görevler) yükledi.

“Rabbimiz Allah deyip de sözünden dönmeyenlere (= sözünde duranlara), melekler iner (gelir) ve : korkmayın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin, derler.” (41/30.)

“Mü’minlerden öyle erler var ki, Allah’a verdikleri söze (= ahde) bağlılık gösterdiler, sâdık kaldılar, (verdikleri sözü yerine getirdiler); bir kısmı da beklemekte, verdikleri sözden asla dönmediler.” (33/23.)

“Allah, doğru kimseleri, doğruluklarından dolayı ödüllendirecek; münafıkları da (= sözünden dönenleri de) dilerse cezalandıracak, dilerse tövbelerini kabul edecektir. Kuşkusuz Allah, çok bağışlayıcıdır, rahmeti kesintisizdir.” (= Ğafûr-ur Rahîm’dir.) (33/24.)

Sözleşmeye uymamanın cezası (= yaptırımı) var. Bu ceza, Allah’ın takdirinde. O dilerse cezalandırır, dilerse tövbe edenlerin (= pişman olanların) tövbelerini (= pişmanlıklarını) kabul eder. Tövbenin (= pişmanlığın) yeri bura/sı, bu dünya; ötedeki (= âhiretteki) tövbe (= pişmanlık), geçersiz.

Ölümün ne zaman geleceği belirsiz. Bir ân önce/evvel tövbe edip, “Rabbim Allah” demenin = Rabbin emir ve yasaklarına göre yaşamanın gayreti içinde olmalıyız.

(Not : Rab : yaratan, yaşatan, terbiye eden; bizleri (= tüm âlemi), fiziken ve ruhen (= duyu, duygu ve düşünce olarak) mükemmel yaratan; bu mükemmelliğin sürmesi için ‘maddî ve manevî rızıklar’ indiren (bahşeden) Güç demek.)

Rabbimizle yaptığımız sözleşmeye uyarken bazı zorluklarla (= yokluklarla, sıkıntılarla) karşılaşabiliriz. Çoğu insan, bu zorluk ânlarında sözünden döner. Hicretin 5. yılında (M. 627’de) yaşanan Hendek savaşında böyle bir durum yaşandı. O gün, gözler kaymış, yürekler gırtlaklara (ağızlara) dayanmış; insanlar çook şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı. Gerçek Mü’minler : bu, Allah’ın ve Rasûlünün bize va'dettiği şeydir, derlerken; sahte müminler : Allah ve Rasûlü bizi aldattı (= kandırdı = ve mâ veadenellahu ve rasûlehu illâ gurûrâ), demişlerdi. (Bknz. 33/22.)

Gerçek Müslüman (= Mü’min), zor zamanlarda belli olur; rahatta herkes Müslümandır, herkes Mü’mindir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK