TAACCÜB
Şaşırma. Karşılaşılan durumu acâib veya tuhaf bulma; alışılmış durum dışında yeni bir durumla karşılaşma ve bu yeni durumu “sıra dışı veya garip” karşılama.
Kelimenin kökü, acebe (= عجب); taaccüb, kelimenin (= عجب) tefa’ul bâbı. Kök, Kitâb’ta 27 yerde geçer. Acîb (= عجيب) ve acâib (= عجاعب) de aynı kök; şaşırtıcı, tuhaf demek. Yunus 2, Hûd 72, Kehf, 9 ve 63, Sad 4 ve 5, Kâf 2’deki kelimeler, şaşırtıcı, tuhaf anlamındadırlar. Bu not, Sad 4 ve 5. âyetlere değinecek. Önce âyetler.
“Onlar kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaşmış/şaşırmış (= عجبوا); ve o kâfirler : bu bir büyücüdür; çok yalancıdır!. Bütün ilâhları (yalanlayıp, reddedip) Tek-Bir İlâh mı (var diyor; ilâhları Tek’e/Bir’e mi indiriyor)?!. Şüphesiz ki bu çok tuhaf (= çok acâib) bi şeydir, (= عجاب = ucâb) demişlerdi.” (38/4-5.)
Niye şaşmış/şaşırmışlardı?!.
O Uyarıcı, insanların bütün ilâhları yalanlamasını (reddetmesini, terk etmesini) ve Tek-Bir İlâh’a (= Allah’a) kulluk etmesini istediği için. Çünkü her bir ilâhın (= ilâhların) elinde belli bir güç vardı; o ilâhlara tapanlar da onlardan (= o güçlerden) besleniyorlardı. O ilâhlar terk edildiğinde ellerindeki güçler yok olacak, bütün güçler Tek-Bir İlâh’ta toplanacaktı. Bu, bir düzen (= din) değişikliği idi; bunun parolası da “Lâ ilâhe illâ-l Allah” idi. Şirk dini, çok ortaklı şirket dini idi; şirket ortakları arasında da uyum yoktu. Bu yüzden toplum (= insanlar) bölünmüş, paramparça olmuştu.
Bölünmüş, paramparça olmuş toplumu toparlamak (= bir araya getirmek, bir arada tutmak), ileri gelenlere (= mele-mütreflere, kodamanlara) mevcut düzenden (= dinden) beslenenlere acâib, garib ve tuhaf (= sıra dışı) gelmişti. = Onlar, bölünmüş, paramparça olmuş, dağılmış bir toplumu toparlamak (= bir araya getirmek) için çözüm üreten Elçiye : “deli, mecnun, sihirbaz/büyücü” demişlerdi.
Sizce, dönemin müşrikleri “Lâ ilâhe illâ-l Allah” Sözünü doğru anlamamışlar mı?!. Niye bu Sözü söyleyenlere “cephe” alsınlar, onlarla mücadele etsinler ki?!. Bizler bu Sözü, günde yüz kere söylüyoruz ama bugünün müşrikleri ve kâfirleri bize “cephe” almıyor?!. Neden?!. Ya bugünün müşrikleri ve kâfirleri Müslüman olmuş = yola gelmiş; ya da bugünün Müslümanları yolunu kaybetmiş?!.
Bu da, (tersinden) acâib (= tuhaf), taaccüb edilecek bir çıkarsama değil mi?!.
...
Her gün yatsı namazının sonunda Bakara Sûresinin son iki âyetini (285-286) okuyoruz; son cümle/cik : “ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn.” = Sen bizim Mevlâmızsın, kâfir kavme karşı bize yardım et!.
Kim ve nerede bu kâfir kavim?!.
Ortada yardımı gerektirecek bir mücadele var mı?!.
Vallahi ben de bu acâib (= tuhaf) durum karşısında şaşırdım kaldım!. Size bu durum normal mi geliyor?!; bana bi acâib, bi garib (= bi tuhaf) geldi!.
Yorumlar
Yorum Gönder