NÛR

Nûr, “ışıktır.”!. Işığın bir sûreti (= şekli) var mıdır?!.

Yok.

Şekli olan şey cisimdir. Cisim, maddîdir, yer kaplar.

Işık (= nûr) da yer kaplar mı?!.

Yer kaplayanları (= cisimleri) ışıtır (ısıtır) ve gösterir.

Görünmeyen ve sonsuz şeylerin bir sûreti yoktur. Ama biz -- Tanrı hariç -- onları, bir sûretle tahayyül ederiz. Tanrı’ya bir sûret tahsis edemeyiz; edersek, O’nu putlaştırmış oluruz. 

Kitâb, bize görünmeyen varlıkları (melekleri, cinleri ve şeytanları), pozitif ve negatif olarak “belli bir sûretin içinde, meselâ kanatlı varlıklar olarak” tanımlar; ve bizler de onları “belli bir şekilde/sûrette” tahayyül ederiz; ama Allah’ı, aslâ “belli bir şekilde/sûrette” tahayyül edemeyiz, etmemeliyiz.

“...leyse kemisliHî şey’ün...” (42/11.)

Allah, göklere, yere ve içindekilere “belli bir şekil/sûret” Veren’dir.

“O Allah, göklerin ve yerin fıtratını (?!) belirleyendir. Size, kendinizden çiftler, hayvanlardan çiftler yaratandır. O, orada sizi bir düzen içinde üretiyor. O’na benzer hiçbir şey yoktur. O, her şeyi Duyan, her şeyi Görendir.” (42/11.)

Görme, ışık (= nûr) ile olduğu gibi, duyma da “ışık” iledir; sadece duymadaki ışığın “mahiyeti” farklıdır. Tatma, koklama ve dokunma da b/öyledir. = Kişide ışık (= nûr) yoksa, tadamaz, koklayamaz ve dokununca hissedemez.

Hissetme de (= duygulanma da), ışık (= nûr) iledir; buna ‘can veya ruh’ diyebiliriz. 

Canın veya ruhun da bizce henüz bilinmeyen “bir şekli veya sûreti” vardır. Ruh hakkında bize çook az bilgi verilmiştir. 

“Sana ruhtan soruyorlar. De ki : Ruh, Rabbimin emrindendir. Size bu konuda (ilimden) çok az bilgi verilmiştir.” (17/85.)

Yaşadığımız bu boyutta her sûretli varlığı bilemiyoruz (= göremiyor, işitemiyor, tadamıyor, koklayamıyor, dokunamıyoruz); bilemediğimiz için de, on/lar/a ruh (veya nûr!) diyoruz.

Ruhu da ışık gibi şekilsiz (= sûretsiz) bir varlık olarak tahayyül ediyoruz. Çünkü bu boyutta, şekilsiz (= sûretsiz) varlıkları tahayyül edemiyoruz. 

Tanrı’ya herhangi bir şekil (= sûret) atfetmek, O’nu puta dönüştürmek ve putperestlik yapmaktır.

Kitâb’ın 24. Sûresinin (= Nûr) 35. âyeti bize Allah’ı, göklerin ve yerin Nûr’u olarak tanıtır; O Nûr’u da bir “kandile” benzetir.

Niye?!.

Bizim O’nu “kolay”!!! tasavvur (= tahayyül) edebilmemiz!!! için. Ama bizim bu tasavvurumuzun (= tahayyülümüzün), sadece bizi bağlaması ve bize has olması istenir. Biz bu tasavvurumuzu (= tahayyülümüzü), Sâmirî (ve diğer putperestler) gibi, birileri ile paylaşır da, (hâşâ) “Allah budur.”!, dersek, biz de onlar gibi müşrik veya putperest oluruz. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK