İNSAN İLİŞKİLERİ

İnsan-insan; insan-toplum; insan-devlet ilişkileri. İnsanın, toplumun alt organizasyonları, dernek, vakıf, cemaat, tarikat ve STK’larla ve toplumun en üst/çatı örgütü olan devletle ilişkileri; ama aslâ halka ilişkiler (= PR) değil. Çünkü PR, örgüt (= STK, şirket, devlet) çıkarına (= kâra) odaklı bir ilişkidir.

Tüm bu ilişkileri kuran da sürdüren de insandır. (= birey veya ferttir.) İnsan, kendi kendine yeten bir canlı değil; maddî-manevî ihtiyaçlarını temin için kendi gibi insanlarla bir arada yaşamak ve onlarla yardımlaşmak (= iş ve güç birliği yapmak) zorunda. 

Yardımlaşma, karşılıklı bir ilişkidir; bu ilişki sürerken çoğu zaman, taraflar âdil olmuyor. Bazı insanlar, bazı insanları kullanıyor veya zulmediyor. Ortada bir zulüm (zâlim) varsa, mazlum (= zulme uğrayan) da vardır. 

Zâlim, zulmünü sadece insanların bedenine yapmıyor, ruhuna da yapıyor. İnsanların fiilen/bedenen çalışmasının (= fizikî emeğinin) karşılığını hakkıyla vermemek, ekonomik sömürüdür de, onların zihin (= düşünce ve duygu) dünyasını eğitim-öğretimle (kültür-sanatla, medya ile, yanlış dinle) kirletmek sömürü değil midir?!. Esas/asıl, kalıcı sömürü bu değil mi?!. Batı, modern eğitim-öğretim kurumları (= okullar) ve medya (= radyo-tv, dergi-gazete, internet) ile bunu yapmıyor mu?!.

Bu neden yapılır?!. Yürürlükteki düzen bozulmasın, biz de bu düzenden nemalanmaya = yararlanmaya devam edelim, diye.

Kapitalizmle tanışan her toplumda menfaat (= kişisel çıkar), her düzeydeki insan ilişkilerinde egemendir. Neredeyse tüm STK’lar (= dernek, vakıf, cemaat ve tarikatlar) da bu kişisel çıkarlara hizmet için birer sıçrama tahtası olarak kullanılır. Başlangıçta insanlar bu örgütleri “iyi niyetle” kursalar da, sonraları (= belli bir güce erişince) bunlar, ‘yerli veya yabancı güçlerin’ kullanışlı maşası hâline gelebilir, gelebiliyor. Şekil : A = FETÖ gibi. Ulusal ve uluslararası insanî (ve islâmî) yardım (ve düşünce) kuruluşları bile, devletlerin ve küresel güçlerin aparatına dönüşebilir, dönüşebiliyor. Bu da, bu örgütlere olan güveni azaltıyor veya sarsıyor.

Ne yapmalı?!.

Bu örgütlerde öncelik, dünyevî kişisel çıkar değil, kamusal (= toplumsal) çıkar (= insanlara hizmet) olmalı.

İyi niyetten ve ihlâstan (= Allah rızası için iş yapmaktan) taviz verilmemeli. 

İlâhî murakebenin, ahiretin ve hesabın varlığı bir ân bile unutulmamalı. 

Irkına, diline, dinine, cinsiyetine bakılmaksızın sürekli mazlumun/mazlumların yanında, zâlimin/zâlimlerin karşısında durulmalı. Bu zâlim, Müslüman, yakın hısım-akrabamız (= anamız-babamız, kardeşimiz) bile olsa. Elbet, bir Müslüman, bir dinsize (= ateiste) göre daha az zâlimdir, ama Müslüman zâlim olmaz diye bir kural da yoktur. Müslüman da insandır; her insanda olduğu gibi, onda da taqvâ ve fücur (= iyilik ve kötülük yapma potansiyeli) vardır. Seçilmişler (= Peygamberler) hariç, her insan, zâlim (= suçlu, günahkâr) olabilir; insanlar içinde sadece Peygamberler masumdur, masundur (masum : günahsız; masun : korunmuş); insanlar içinde en mazlumları (= zulme uğrayanları) da yine Onlardır; tarihte bir çok Peygamber, sırf ‘Rabbimiz (Rabbiniz) Allah’, dedikleri için öldürülmüşlerdir.

“Rabbimiz Allah’ta veya lâ ilâhe illâ-l Allah’ta” kararlı ve ısrarlı olmazsak, aldatılmaya, ‘ulusal ve küresel çaptaki oyun kurucular’! tarafından kullanılmaya müsait hâle geliriz.

İnsan ilişkilerinde “güven” esastır. Güvenden güvenlik doğar. Bu güveni bize, iman ve inanç (= din, Allah) verir. Güvenen, mü’mindir. Eskiden aynı dinden olmak, aynı milletten olmaktı; dînî olan, millî; millî olan, dînî olan idi. Neden sadece eğitim ve savunma bakanlıklarının ve istihbaratın başında millî kelimesi var?!. (Milli Eğitim. Milli Savunma. Milli İstihbarat) Eğitim, milli (dînî) olmazsa, aynı idealler, aynı amaçlar için iş ve güç birliği yapan adam bulamazsınız. Savunma, millî olmazsa, içerdeki ve dışardaki zâlimlerle (= düşmanlarla, kötülerle) mücadele eden, can veren askere-polise güvenemezsiniz. İstihbarat millî olmazsa, yalan haberle yanlış (= zâlim, haksız) işler yaparsınız, vs... İçerideki ve dışardaki güvenliğimiz, bu üç millî kuruma emanet ve bu kurumların ve vicdanların millîlik (dînîlik) özelliğine bağlı. Aksi hâlde, her düzeydeki insan ilişkileri yara alır; insanın insana; insanın kurumlara (= STK’lara ve devlete) güveni kalmaz.

Konu, çok şeyin söylenmesine müsait ama uzun yazıların okunmayacağını düşündüğüm için, ilke olarak 1-1,5 sayfayı aşmamaya çalışıyorum; umarım, meramımı anlatabildim ve toparlayabildim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK