BİLGİMİZE NASIL GÜVENEBİLİRİZ?!.
Nasılın yerine ne kadar veya nereye kadar da koyabiliriz. (= Bilgimize ne kadar, nereye kadar güvenebiliriz?!.)
Bilgimiz, aklımızın bir ürünü (= fonksiyonu) ise, bu soru, aklımıza ne kadar, nereye kadar güvenebiliriz?!. şeklinde de sorulabilir. Bu akıl (bilgi), kolektif akıl (bilgi) bile olsa.
Bilme, bişeyi veya birini bilmedir; kendini ve Rabbini bilme de buna (= bu bilmeye) dâhildir.
Bilme, aynı zamanda olası bir tehlikeden (tehlikelerden) korunmadır.
En büyük tehlike nedir?!.
Cehennem!.
Akıl (= bilgi) bizi cehennemden koruyabilir mi?!. Vahiyden kopuk akıl, cehennemi bilemez ki!. Cehennemi bize haber veren (= bildiren), vahiydir = ilâhî bilgidir.
Elbet burada da cehennemî durumlarla (= hâllerle, olaylarla) karşılaşıyoruz, ama bunlar, asıl cehennemle mukayese/kıyas dâhi edilemez.
Akıl, kıyas (tümevarım ve tümdengelim) yoluyla çalışır. Kıyas, bir mantık = akıl yürütme aracı/âletidir ve kıyasın büyüğü de küçüğü de olur. Bu, aynı zamanda bizim akıl yürütme çapımızı da gösterir. Bizdeki akıl, çook büyük kıyasları yapamaz; çünkü, bu âlemin tümünü kuşatamaz; öbür/öte âleme hiç uzanamaz.
Öyleyse bu akıl, -- kolektif bile olsa --, sınırlıdır, sığdır. Ayrıca bu akıl, unutur. Çok iyi bildiğimiz birinin ismini, veya bir âyeti, ân oluyor unutmuyor mu, hatırlamakta zorlanmıyor muyuz?!.
Demek ki, mutlak olarak aklımıza = bilgimize güvenemeyiz; aklımız = bilgimiz bizi, yarı yolda bırakabilir.
Bu tür durumlarda, hatırlamamızı sağlayan, unuttuklarımızı bize hatırlatan Rabbimizdir. (= Zikir.)
Kur’ân da bir Zikir’dir ve Bu Zikir, vahiydir.
Samimî (= hulûsî) kalbe sahip olanların kalbine doğan hatırlama ve hatırlatmalara ise ilham denir.
Kur’ân, Seçilmişlere ve Seçilmişler üzerinden bizlere; ilham ise, temiz kalplilere has bir hatırlatmadır.
Vahiy ve ilhamdan kopuk bir akla, kim, neyi hatırlatabilir?!.
Her akıl unutursa, unutuyorsa, “unutmayan Bir’ine”! = “...lâ tehuzüHû sinetün ve lâ nevm...” (2/255.) ve her şeye hâkim = El-Hakîm olan, yöneten, kontrol eden Bir’ine”! ihtiyaç yok mudur?!.
...
Bir de, Hz. Nuh (a.s.) ile oğlunun aklı üzerinden konuya yaklaşalım. Hz. Nuh oğluna : “Gel, gemiye bin, kurtul.”; oğlu Ona : “Ben dağa çıkarım (= sığınırım), kurtulurum.”, diyor. (11/42-43.) İkisi de akıl yürütmedi mi?!. Hz. Nuh (a.s.)’un yürüttüğü akılla, oğlunun yürüttüğü akıl aynı (düzeydeki bir) akıl mı?!. Eğer sel, düşük yoğunluklu olsaydı, Nuh (a.s.)’un oğlunu dağ kurtarabilirdi. Dalgalar çook şiddetli olsaydı, Nuh (a.s.)’un gemisi batabilirdi, bu yüzden Nuh (a.s.), kendi aklına güvenmedi, güvenemezdi!. Rabbi Ona : “gözetimimiz altında bir gemi yap!.” dedi, O da yaptı; dalgaların Sahibine = Rabbine güvendi.
Belki! kendi aklına güvenseydi, Rabbine güvenmezdi. (Buradaki güvenler, iman veya inanma anlamında kullanılmıştır.)
Batı aklı veya seküler, bilimsel akıl, Rabbe güvenmeyen = inanmayan akıldır. Bu aklı takip edersek = izlersek, Rabbimize güvenmezsek = inanmazsak = sığınmazsak, “boğulacağız, hatta boğulmak üzereyiz”!. Bu akılla yol yürünmez, bu akıl bizi, modern/çağdaş felâketlerden (= tûfanlardan) kurtaramaz; “dağ gibi”! sığınaklar ve saraylar yapsak bile.
Nuh (a.s.), Rabbine sığınmıştı = gemiye bindiğinde “bismillahi mecrâhâ ve mürsehâ” (11/41) demişti. Biz ise, gerçekte aklımıza (= bilgimize, aklımızla ürettiğimiz teknolojimize veya batı aklına) sığınıyoruz = güveniyoruz; sözle de “eûzübillahi mine-ş şeytân-ir racîm.” diyoruz.
“Nerede olursanız olun, sağlam kalelerde de olsanız, ölüm gelir sizi bulur. Onlara bir iyilik isabet etse, ‘bu Allah’tandır.’ derler. Bir kötülük isabet etse, ‘bu senin yüzündendir.’ derler. De ki : “Hepsi Allah’tandır.” Bu halka ne oluyor da söylenen sözü anlamaya yanaşmıyorlar!.” (4/78.)
Sadece Rabbe inanmayanların = güvenmeyenlerin (= kendi sınırlı akıllarına güvenenlerin), eninde-sonunda aqıbetleri = sonları berbât, acı ve acıklı/hazîn olacak; onlar çook büyük bir tehlike (= cehennem) ile karşı karşıya kalacaklar.
Yorumlar
Yorum Gönder