HEDİYE
Armağan. Karşılıklı sevgi ve dostluğu pekiştirmek için, karşılıksız (= bedelsiz) verilen şeylerin tümü.
Çook sevgi ve saygı duyduğumuz, bizim için çoook değerli B/birinden hediye alırsak (veya verirsek), o hediye (ve o hediyeyi verdiğimiz kişi) bizim için çoook değerlidir, değil mi?!.
Genelde Kur'ân’ın bütünü, özelde de Bakara Sûresinin son iki âyeti (= 285-286. âmenerrasûlü), bize Rabbimizden (Efendimizin) mi’rac hediyesidir. Bu yazıya, bu sûrenin 286. âyetindeki “lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet” ibaresini (= ifâdesini) konu edineceğim.
Bu ibarenin (= ifâdenin) anlamı : Kişinin kazandığı lehine; işlediği aleyhine. Âyette, kazanmakla işlemek, aynı kökten gelen aynı kelimeyle ama farklı bir şekilde ifâde edilir. = kesebe/t × mektesebe/t. = kesb × iktisab. Kesb, iyiliğe; iktisab, kötülüğe karşılık gelir. = İyilik, kesbedilir; kötülük, iktisab edilir. Sanki! kesb, pozitif kazanç (= edinim); iktisab, negatif kazanç (= edinim) gibi. Çünkü, âyette kesb, kişinin lehine; iktisab (= mâ-iktesebe/t), kişinin aleyhinedir, deniyor.
Lehine “kazanç”! toplayan biri ile; aleyhine “kazanç”! toplayan birinin mevcut (= hâldeki/ândaki) durumu (= hâli) ile gelecekteki (= istikbâldeki, âtîdeki) durumu aynı olur mu?!.
Olmaz. Olmayacak.
Bu yüzden, iyiliklerimizi çoğaltmanın, kötülüklerimizi azaltmanın yollarını bulmalıyız. Bu da, doğru tercihler yapmak = doğru kararlar almak ve onları uygulamaya koymakla mümkün olur.
Bu tercihlerin = kararların uygulamaya konulması “bazen” (çoğu zaman?!) kişiyi zorlar (zor duruma sokar), huzursuz eder; ama, bu zorluk, çook kısa bir zaman sonra çook büyük bir rahatlamaya (= inşiraha), huzura yol verir. Denemeyen, bilmez. Ben, denediğim için böyle rahat konuşuyorum. Genç sayılabilecek bir yaşta, yüksek maaşlı bir işten (= akademisyenlikten) ayrıldım. Başlangıçta epey maddî zorluk (= sıkıntı) çektim; bu maddî zorluğu belli bir süre sonra aştım. Çook daha önemlisi, içim rahatladı (= inşirah yaşadım); bu, yaşadığım maddî zorlukla kıyaslanamayacak kadar çoook büyük bir rahatlıktı. Bu rahatlık, beni yeni rahatlıklara sevk etti ve her yaptığım işi severek yapmamı sağladı. Rabbimin hediyesi ile (= Kur'ân ile) daha çok meşgul oldum; Kur'ân, bana şifâ oldu. O hediyeyi, sadece öpüp başıma koymadım veya antika (= “değerli”!) bir hediye = müzelik bir “malzeme” olarak görmedim; anlamaya (= üzerinde çalışmaya) gayret ettim, hâlâ da ediyorum.
Bu işin (maddî) bir kazancı var mı?!.
Yok. Ama manevî kazancı çoook (büyük). Bu kazanç, inşallah, benim ileride lehime olacak; önceki tercihim (kazancım) aleyhimeydi; çünkü beni rahatsız ediyordu.
Bilelim ki, Rabbimizin hediyesi Kur'ân ile ne kadar çok meşgul olur, O’nun emirlerini doğru anlamaya gayret eder ve gücümüz yettiğince de yerine getirmeye çalışırsak, Rabbimizle olan “dostluğumuz”! o kadar artar.
“elâ!, inne evliyâAllah’i lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yeahzenûn.” = Açın gözünüzü = elâ!; kesinlikle Allah dostları için korku ve hüzün (= üzüntü) yoktur. (10/62.)
Yoksa sizler, hediyeyi saklamak, muhafaza etmek (= hıfzetmek) veya müzeye kaldırmak için mi alır veya verirsiniz?!. Müzelik malzeme, tarihîdir ama tarihi geçtiği, güncelliğini kaybettiği için değerlidir; oysa Kur'ân, güncelliğini hiç bir zaman kaybetmez ve müzelik bir malzemeye (hediyeye) dönüştürülemez.
Hediyeye yaklaşımımız, bize O/o hediyeyi V/verene yaklaşımımızı gösterir.
Yorumlar
Yorum Gönder