MUHATAPLIK İLİŞKİSİ

Sözü söyleyene, hatib; dinleyene, muhatab; bu ilişkiye muhataplık ilişkisi (veya konuşma = iletişim) denir. Genelde sözü söyleyen (= konuşan), dinleyenden bilgilidir (âriftir)!. Pekiî, dinleyenin söyleyenden bilgili (ârif) olduğu durumlar yok mudur?!. Bu bir diğer bahis; ben, söyleyenle dinleyen (= yazan ile okuyan) arasındaki ilişkiye değineceğim.

Bugün, büyük oranda söyleyen, ne söylediğini bilmiyor. Söylediklerini ezberlemiş. Bunun en bariz örneği : hafızlık kurumu. Kurra hafızlar, Kur’ân okuyorlar (= nağmeli/tecvitli/düzenli bir şekilde bize Kuran’dan Allah’ın Kelâmını söylüyorlar, okuyorlar) ama ne söylediklerini kendileri de bilmiyorlar. Kur’ân dinleyenler ise, sese, sesteki düzene, (= nağmeye/tecvide, sesin detone olup-olmadığına) bakıyorlar. Ses ve sesteki düzen (ses düzeni = hoparlör sistemi) güzelse, yankı da yapıyorsa, dinleyenleri mest ediyor, “Allaaah Allaaah”! naralarına yol açıyor!...

Dinleyenler, söyleyenlerden (= kurrâlardan) daha âlim ve daha ârifseler, onlar o kıraatın “yanlış veya hatalı” olduğunu anlıyorlar ve orayı terk ediyorlar. Çünkü, bile bile “yanlış veya hatalı” bir sözü dinlemek (okumak), söylemek (yazmak) gibidir.

Sözün doğru anlaşılması ve doğru yapılması için, söyleyenin bilgisine ve kendisine güven çook önemlidir. = Kimi dinlediğimiz (kimi okuduğumuz) = kimin konuştuğu (kimin yazdığı) önemlidir. Sevdiğimiz ve güvendiğimiz insanlara kulak veririz.

Öyle değil mi?!.

Kur’ân kimin Sözü, kimin Kelâmı?!.

En çook O Söze, O Kelâm’a kulak vermemiz icap etmiyor mu?!.

Yoksa, O'na da mı  güvenmiyoruz?!.

Kur’ân okumak, sünnet; dinlemek, farzdır. denir. Din İşleri Yüksek Kurulunun 10.03.2021 tarih ve 16 sayılı kararına göre, “Kur’ân okumak ibâdet; dinlemek, farz-ı kifâyedir... herhangi bir mazereti sebebiyle Kur’ân’ı dinlemeyenler, sorumlu tutulamazlar.” der. Hüküm (= fetva), İbn-i Abidin’den alınmıştır.

Bence Kur’ân okumak da Kur’ân dinlemek de, -- ki bu, Rabbimiz Allah’ın ne dediğini anlamaktır. --; “özel ilgi ve özel hassasiyet” gerektirir. Çünkü Allah, herkes için ÖZEL’dir, ÖZEL olmalıdır.

Allah’a ve O’nun Elçisine/Elçilerine sıradan konuşmacılar kadar değer vermeyenler = "ONLARI ÖZEL"! görmeyenler, ONLARIN Sözlerini (= Kitâb’larını) anlayamazlar. O’nun Sözlerini (= Kitâb’larını) okuyanlar da dinleyenler de herkesten çook, O’na ve O’nun Elçilerine, O’nun Sözlerine (= Kitâb’larına) itibar etmelidirler, değer vermelidirler.

Çünkü, Rabbimizle muhataplık ilişkimizi, O’nun Elçileri ve O’nun Sözleri (= Kitâb’ları) üzerinden kurarız. “Bize Kitâb (= Kur’ân) yeter!.”, diyen Kuraniyyûna (= Kurancılara), herhalde Kitâb’ı, bizzat Allah vermedi/indirmedi; bu Kur’ân bize, Elçi eliyle/yoluyla geldi. Elçilere inanmadan = güvenmeden Kitâb’lara inanılmaz, güvenilmez. = Sünnet yoksa, Mushaf vardır ama Kitâb = Kur’ân yoktur.

Sünnet,  “özelde” Efendimizin yaşayışı (= hayatı); genelde de bizim yaşayışımızdır. (= hayatımızdır.) “Sünnetsiz yaşamda”! Kitâb = Kur’ân yoktur, Mushaf vardır. Sünnet olmak, Yahudilikte ve İslâm’da dînî bir vecibedir, dînî bir göstergedir. Kuraniyyûn ekibine (= Kurancılara), sünnetsizler de denilebilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK