NASİP-KISMET

Nasip, payımıza düşen hisse; kısmet, taksimde bize düşen miktar. Neredeyse iki kelime de eş anlamda.

Nasip-kısmeti sadece mal/rızk olarak görmemek lâzım. Cinsiyet, boy-pos, ten rengi, milliyet, evlilik, eş, çocuk, ömür/ecel, sağlık-sıhhat, ilim gibi biçook şey nasip-kıymet işi.

Nasip-kısmetin kesb (çalışma) ile ilgisi yok mu? Elbet var. Öyleyse nasip-kısmetin ne kadarı kesbe (çabaya) ne kadarı vehbe (ilâhî hîbeye) aittir?. İşte bunu bilemeyiz. Bunu bilen sadece Allah’tır. Kesbi terk edersek eşsiz, işsiz, aşsız, arkadaşsız kalırız; sırf kesbe (kendi çabamıza) güvenirsek de Kârunlaşırız. Kârun ne diyordu? Benim olan tüm bu mülkü ben, ilmim sayesinde kazandım = elde ettim. Kârun o kadar zengindi ki dünyaya düşkün olan herkes Kârun’a imreniyordu ve keşke bizim de bu kadar malımız-mülkümüz olsa, o çok kısmetli biri = zű hazzın diyorlardı!. Çook az kişi = kendilerine ilim verilenler (dikkat, ilim tahsil edenler = okuyanlar değil) ise, Allah’ın vereceği sevab/ödül daha iyi/hayırlıdır diyorlardı. (Bknz. 28/Kasas, 76-80.)

Kârun, daha sağken, tüm serveti = ihtişamı mahvoldu, yerle bir oldu; onu da malını/servetini de kimse kurtaramadı. Dün onun gibi olmak isteyenler : “Veren de alan da Allah imiş.” dediler.

Kitâb, verince de alınca da şımarmayanlar için âhiret yurdunu işaret ediyor.

İlgili âyetlerle söze nokta koyuyorum.

“Sonra, onu (Kârun’u) ve yurdunu yerin dibine geçirdik. Allah’a karşı kendisine yardım edecek bir taraftarı da olmadı. Yardım edilenlerden olmadı (kimse kendisine yardım edemedi).”

فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِن فِئَةٍ يَنصُرُونَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مِنَ المُنتَصِرِينَ

“Dün, onun yerinde olmayı isteyenler; bugün, ‘demek ki, kullarından dilediğine rızkı genişleten ve ölçülendiren/daraltan Allah’mış. Eğer Allah bize lutfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Gerçeği yalanlayan nankörler kurtuluşa eremezler’, dediler.”

وَأَصْبَحَ الَّذِينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْأَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَأَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَوْلَا أَن مَّنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَا وَيْكَأَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ

“İşte âhiret yurdu!. O yurdu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk yapmayan kimseler için ayırdık. Gelecek/âqıbet, taqvâ sahiplerinindir.”

تِلْكَ الدَّارُ الْآخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذِينَ لَا يُرِيدُونَ عُلُوًّا فِي الْأَرْضِ وَلَا فَسَادًا وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ

(28/Kasas, 81-83.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET