MEZHEB & TARİKAT

İnsandan bağımsız İslâm = Müslümanlık = Kitab’ta olan Müslümanlık, bir bütündür, bölünmemiştir, bölünmez; o Müslümanlık = Kitâb (Kur'ân), ne zaman bir insanla = Müslümanla buluşur, orada bir yorum (= mezhep/tarikat) oluşur. Farklı yorumlar da cemaatleri oluşturur. Herkesin Kur'ân’ı = Dini anlama biçimi de (yorumu da) aslında bir “tarikat/yol/mezheptir.” Tarihte hiçbir mezhep/tarikat, siyasî parti kurar gibi kurulmadı, zamanla insanlar onları mezhep ya da tarikat hâline getirdi. 

Neden?

İnsanların kendileri düşünmeyi terk ettiğinden ve dinleri ile hayatları arasındaki bağı kaybettiklerinden. Düşünen insanlara tabiî olmayı yeğlediklerinden. Düşünce (akıl) özürlü olduklarından.

Mezhepler ve tarikatlar yaşanan toplumsal ve siyasal hayatın ürünüdür, uzantısıdır; bu yönüyle siyasî partilere benzerler. O günün müctehidi, aynı zamanda Müslüman topluma dinî çözüm sunan müceddid idi. İctihat (kapısı) kapanınca “dünkü çözümler = Kitâb ve Sünnet’ten çıkarılan hükümler, bugüne dar geldi, terk edilemedi, daha doğrusu “yeni çözümler” üretilemedi, çünkü içtihat yapılamadığı için müceddid yetişmedi; hayat hep önden gitti, din onu takip etti. Hâlbuki dinin hayata rehberlik etmesi gerekiyordu. Kendini müctehid ve müceddid (gibi)! görenler (bu çarpıklığı görenler) de ıslahat yapması gerekirken “geçmişe savaş” açtı, radikalleşti,  ben İslâm’ın kalbinden konuşuyorum demeye başladı; hâlbuki onun da konuşmaları bir mezhep (idi), tarikat (idi). 

(Selefîlik, bir yanıyla asla/otantik düşünceye dönüşken, bir yanıyla da tutuculuk, fundamentalizm ve anokranizmdir. Hayat, Efendimizin yaşadığı hayat değil. Yukarda mezhep ve tarikatı yan yana kullansam da mezhebi, teorik itikadî ve kelamî yorum/anlayış; tarikatı da, bu yorumu ortaya koyanın ve o yorumu kabullenenlerin gittiği yol olarak görüyorum.)

İslâm, mezhep ve tarikat olmadan (= havada) insanlarla buluşamaz. Önemli olan, bu mezhep ve tarikatların o gün yaşanan hayatla ilişkinin düzeyidir. Yani bugünkü dinî yorumumuzun = din anlayışımızın yaşadığımız hayatın sorunlarına çözüm sunabiliyor olması, bizi geriye değil ileriye taşıması; güncel hayatla (sorunlarla) dindarlığımız (din = dünya görüşümüz) arasındaki makasın/açının uyumlu/makul (kabul edilebilir) olması, uçurumun bulunmamasıdır.

Bu, dini yaşanan hayata uydurma değil, aksine dinin “hedef değerlerini” ---ki bunlar aynı zamanda ahlâk/fıtrat/hulk = hilkat değerleridir--- bilerek, yaşanan hayatın yanlış giden yerlerinde ilâhî müdahaleye izin verme, hayatı Bir-Tek İlâh’ın yönetmesi/yönlendirmesine açık kılmadır. Çünkü Yaratan, en iyisini (en güzelini, en doğrusunu) bilir. Bunu yapacak olanlar, Ulemâ’dır; Ulemâ Peygamberlerin vârisleridir. Ulemânın yaptığı yorum, mezhep; açtığı yol, tarikattır. Ulemâ, suçlayıcı ve dışlayıcı olamaz; doğru bildiği ilkelerden taviz veremez. Kendini mutlak anlamda Allah’tan başka kimseye (halk dahil) karşı sorumlu göremez. Ulemânın gözetmesi gereken en temel ilke Tevhîd’dir; o, Tevhîd’den uzaklaşarak şirke yönelemez, ‘Rabbin Hatırından’ başka hiçbir hatır için (oy/rey, taraftar vb.) yamulamaz; ‘Rabbin Hatırını’ da istismar edemez. Bilir ki hesap vardır. “Mutlaka kendilerine Elçi (ve Kitâb) gönderilenlere (ümmetlere) de, O Elçilere de soracağız. Tarafımızdan bir Ilm ile onlara tüm olup-bitenleri (her şeyi) anlatacak/açıklayacağız. Biz Ğâib (Kayıb) değiliz (Onlar Bizi Gayıb/Kayıp sanmasınlar).” (7/6-7.)

“O, kimin ne niyetle (ne amaçla) söz söylediğini, ne yaptığını bilir. = İnneHû alîmun bi zât-is sudûr.” (35/38 ve daha bir çok âyet)

“Sözünüzü gizleseniz de açığa vursanız da fark etmez; O, göğüslerde/sînelerde (sadrlarda) olanı en iyi bilendir.”

وَأَسِرُّوا قَوْلَكُمْ أَوِ اجْهَرُوا بِهِ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

(67/Mülk, 13.)

...

Benim mezhep ve tarikatlara yaklaşımım (yorumum = görüşüm), kendini “biyere” (mezhep, tarikat, cemaat) ait hisseden, hatta gören hiçbir Müslümanın niyetinin kötü olmadığı ama çoğunun bağnaz olduğu yönündedir; bu bağnazlık akılsızlıktan. Yapılması gereken, onlardaki potansiyel aklı (dolayısıyla eleştiriyi) harekete geçirmek ve onlara insan olduklarını hatırlatmak; yoksa “bir koyun gibi” ölüp-gidecekler, “çobanlarının/liderlerinin” de “başka/eski çobanlara” bağlı olduğunu bilmeyecekler. Doğru = dolaysız Şehâdet, aradaki çobanları = şefaatçileri kaldırarak doğrudan Allah’a ve Rasulüne bağlanma değil midir?!. Ama bunu sadece âlimler = ulemâ yapabilir. Ulemâyı takip eden halkın bu düzeye ulaşması beklenemez; onlar, âlimlerin/ulemânın mezhebini, tarikatını/yolunu, izini takip ederler. Ben artık bu/o mezhebi = görüşü kabul etmiyorum, bu/o yolu yürümüyorum (yürümek istemiyorum) diyenler, ya gerçekten bir ulemâ = müctehid adayıdırlar ya da bir şarlatan veyahut sahtekâr bir pişekârdan başka bişey değildirler. (Şarlatan, dolandırıcı; pişekâr, tiyatro oyuncusu.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET