KARANLIK

Arapçası zulumât. Zıttı aydınlık, nûr. Karanlığı aydınlatan nurdur; nur ışıktır. Nur, ışıktır, ışıtır; başka bir deyişle nurun kendi aydınlıktır, başkalarını da aydınlatır.

Seküler tabirle, 'aydın olmayan aydınlatamaz', bizim tabirimizle, 'münevver (nurlu) olmayan nur dağıtamaz.'

Bir Nûr hariç, bütün nurlular, nurlarını “dışarıdan” alırlar.

"Allah göklerin ve yerin Nûr’udur. O’nun Nûr’unun misali..." (25/Nur, 35.)

Herkes O’ndan aynı miktarda nur almaz/alamaz. Kiminin nuru mum gibi, kimininki lamba/ampul gibidir, kiminin de hiç nuru yoktur etraftaki nurlardan idare eder, kimi de hep karanlıktadır, anlık nurdan (sözgelimi şimşeğin çakmasından) faydalanır da karanlığını fark eder.

Ramazan çoğumuz için “şimşek çakması” mesabesindedir; inşallah bu Ramazan, bize karanlığımızı fark ettirir de “az da olsa kendimize sürekli bir ışık” ararız. O ışığı bulursak onu çoğaltmak daha kolay olur.

O ışığa bizi Kitâb götürür; Kitâb’ın bir adı da Nur’dur ama bu Nur, “ASIL NÛR İLE İRTİBATSIZ” okunursa söner. O Nûr, Nebîsini ve Kitab'ını Kendi Nûr’u ile aydınlatmış ve bize, bizi de aydınlatsın diye göndermiş/indirmiştir. O (Nebî/Muhammed) ve Kitâb/Kur'ân, nurlarını ‘ASIL NÛR’dan alan, “sirâcen münîrâ = aydınlatan kandiller/lambalar/meş’alelerdir.” (Bknz. 33/Ahzab, 43-47.)

O’nun Nûr’u ASIL NÛR'dur.

“Allah, göklerin ve yeryüzünün nuru/aydınlığıdır. O’nun nuru/aydınlığı, içinde ışık bulunan kandil yuvası/lambası gibidir. O kandil, bir fânus içindedir. O fânus, inciden bir yıldız gibidir. Doğuya da batıya da ait olmayan mübarek bir ağacın yağından yakılır. Onun yağı neredeyse kendisine ateş dokunmasa bile ışık verir. Nur üstüne nurdur. (Aydınlık üstüne aydınlıktır.) Allah, dileyen kimseyi nuruna/aydınlığına iletir. Allah, insanlara böyle örnekler/misaller verir. Allah, her şeyi bütün ayrıntılarıyla bilendir.”

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

(24/Nûr, 35.) Bu âyet, benim için en metaforik, en sembolik âyettir; bu âyet, ancak sonraki âyetlerle anlaşılabilir diye düşünürüm. 36. âyet, “O Nûr, Adının/İsminin anılmasının/yüceltilmesinin izin verdiği evlerde/yerlerde/mekânlardadır; onlar (o mekânlardakiler) O’nu sabah-akşam “tesbih” ederler.” (Boncuğa dizerek değil, Sözünü ederek ve O Sözün hâkim kılınması için uğraşarak.) 37. âyet, “onları ticaret bile bu işten alıkoyamaz; onlar, kalplerin ve gözlerin alt-üst olacağı günden korkarlar.” der.

Ramazanın bize devamlı nur/ışık sağlamasını istiyorsak lüften bu âyetleri en az kırka (40’a) kadar okuyalım ve üzerinde düşünelim = tefekkür edelim.

“İyi bir sindirim”! olsun istiyorsak, üzerine de 2/Bakara, 6 ilâ 20. âyetlere bakalım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET