ORUÇ TUTTUK DA NE OLDU?!.

Biz aç kaldık da bibaşkasını (bibaşka açı) mı doyurduk?!.

Memlekette gıda kıtlığı vardı da onu mu çözdük?!. 

Kilomuz fazlaydı da kilo mu verdik?!. 

Hiç aç kalmıyorduk da aç kalmayı mı öğrendik?!

Geçen senelerde de aç kalmıştık (oruç tutmuştuk), bu seneki açlığımızla önceki açlıklarımız arasında bi fark oldu/oluştu mu?!.

...

Hiç ailece toplu yemek yemiyorduk, toplu/beraber yemek mi yedik?.

Hiç gece kalkıp yemek yemiyorduk, gece yemek yemenin nasıl bişey olduğunu mu öğrendik?.

...

Bir ay, biz yemek istediğimiz ve istemediğimiz zaman değil Rabbimiz istediği zaman yedik ve yemedik. = yeme-içme konusunda bir ay Rabbimizi dinledik. Ya! 11 ay ve öteki konular?!.

Her oruç (tutmak), bizde her gün bıgıdım da olsa kendimize ait arzu ve istekleri tutmaya = engellemeye; buna karşın Rabbin dediklerini/isteklerini tutmaya = yapmaya yol açmadıysa ve sadece bir aylık bir değişikliğe (tatile) yol açtıysa, ‘11 ay yine aynı işte ve aynı şekilde/düzeyde çalışmaya devam edeceksek’, ömrümüz boyunca da hep böyle olmuşsa = bunu rutine (bir alışkanlığa, âdete) dönüştürmüşsek, oruç bizim için bir ibâdet olmamış, âdet olmuş, o ibâdet = âdet bize bifayda sağlamamıştır.

İbâdette de fayda-maliyet analizi yapılır mı? Yapılır. Fayda maliyetten büyükse aynı iş (burada oruç) yapılmaya (tutulmaya) devam edilir; fayda küçük, maliyet büyükse o iş terk edilir. Bizler her yıl orucu tekrar ettiğimize göre, demek ki orucun faydası maliyetinden büyük; yâni bu, kâr/kazanç elde ediyoruz anlamına gelir.

Pekiî ne kazandık, biliyor muyuz?

İman gözünden Rızâ; akıl gözünden ezâ.

Akıl, orucun fayda-maliyet analizini doğru yapamaz, hatta hiç yapamaz; onun (orucun) değerlendirmesini Rabbimiz yapacak, “O, oruç Benim içindir.” demiştir.

Oruç tuttuğumuzda (ibâdet ettiğimizde, aslında bir iyilik yaptığımızda) biz içsel bir huzur, sükûnet duyarız. Bu gibi duygusal seziler, bizi farklı, olağandışı bir atmosfere çeker. Bu, vicdanî = insanî bir görevi yapmanın verdiği huzurdur; o görevi hiç yapmamanın verdiği rahatsızlığa inattır/zıttır. Çoğu kişi kendine vicdanî = insanî bir görev verildiğini düşünmüyor olabilir ama herkes fıtratının = vicdanının derinliklerinde = insanlık delhizlerinde böyle bir görevle yüklüdür ve bu görev yapılmayınca insan rahatsız olur; insan o görevi az ya da çok yapmaya başlayınca da huzur bulur, sükûnet ve rahatlık hissi duyar.

Anlaşılsın diye bu kıyası yapıyorum, yoksa bu iş, kıyasa gelmez, bu konu kıyas kabul etmez. Size biri sürekli iyilik yapıyor, siz de bunu biliyorsunuz ama onu gördüğünüzde selâm dahî vermiyor, yüzüne bile bakmıyorsunuz. Bu durumdan rahatsız olmaz mısınız? Bırakın rahatsız olmayı bu rahatsızlıkla yaşayamazsınız. Vicdanınız sizi sürekli rahatsız eder... onunla bişekilde az da olsa olumlu bir ilişki kurmak ve ona bi teşekkür etmek istersiniz, değil mi?

Rabbimizle ilişkimize de böyle bakmalıyız. 

İbâdetler, O’nu ciddîye aldığımızın = önemsediğimizin göstergeleridir. O’nun bizim ibâdetlerimize ihtiyacı yoktur. Biz aç kalınca O mutlu olmuyor!. “Beni dinlediler! diye mutlu = hoşnut oluyor.”! (39/7.)

O’nun hoşnutluğudur bizde hoşnutluğa = mutluluğa yol açan!. 

O’nu hoşnut ettikçe hoşnutluğumuz artar, artacak ve “O, artık ‘tamam, yeter’, sen denemeyi geçtin, Bana güvendin = Bana inandın = Mü’min, Beni iknâ ettin = Ben de sana inandım = El-Mü’min, Rızâ’mâ erdin, senin deneme/dünya süren bitti ve seni fazlımdan ebedî olarak hoşnut ediyorum, hoşnut/mutlu kılıyorum, gir cennetime!.” (89/Fecr, 27-30.) diyecek.

Bayramı “o gün” yapacağız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET