İÇİMİZDEKİ BİZ = MÜCADELEMİZ = SERÜVENİMİZ

Bed/de (بد)= Başlama. Başlangıç. 

Büdde (بد)= Kaçış.

Bedee (بدأ) = Başlamak.

Beddee(بدأ) = Bişeyi öne almak.

Bedâ(بدا) ve Büdüv(بدو) = Li harfi ceri ile Görünmek. Belirmek.

Bedv(بدو) = Çöl. 

Bedevî(بدوى) = Bedevî. Konargöçer. Göçmen. Yörük (Yörüyen Türk)

Bedâvet(بداوة) = Bedevîlik. Çöl hayatı. Konargöçerlik.

Beter = Farsça Bed-ter’den; Bed, kötü, çirkin, fena; ter, son eki aşırılık bildiren ek. Beter, çok kötü, çok çirkin, çok fena. Bedbaht. Beddua gibi. Bir de başına bes eki alan besbeter var.

Bu kelimeleri niye verdim?

7/Â'raf, 20’deki “li yübdiye lehümâ” ve 22’deki “bedet lehümâ”yı daha iyi anlayabilmek = anlatabilmek için. (Anlatınca ben de daha iyi anlıyorum.)

Şeytan bize, yasak ağaç üzerinden vesvese verirken niyeti “li yübdiye”dir. Bu cümleyi şöyle de kurabilirim : İçimizdeki biz = şeytan = içimizdeki kuruntu bizi “li yübdiye” üzerinden harekete geçirmektedir.

Biz bu vesveseye = kuruntuya mağlup olunca “bedet lehümâ sevâtühümâ= o ikisinin (Âdem ve Eşi/Havva’nın = bizim) ayıbı/mız (ayıp yerleri/miz, avretleri/miz) ortaya çıktı ve oralarını cennet yaprakları ile örttüler/örttük. (ve tafiqâ yehsıfâni aleyhimâ min varaqıl cenneh.)

Sev’etün (سوآة) çoğ. Sev’âtün = Ayıp. Ferç. Edep yerleri. Tafiqa (طفق) = Kendiliğinden, doğal olarak yapmak. Yapıvermek. Hasıfe (خصف) = Bozulan, yırtılan bişeyi onarmak, tamir etmek. (22. âyete bakınız.)

O ağaçtan tadınca = yiyince, fıtratımız/doğal yapımız bozuldu, ayıp yerlerimiz göründü. Kendimizin (= ayıbımızın, cinselliğimizin) farkına vardık, kendimizi bildik. Utandık. Ayıbımızı gizlemek için cennet yapraklarını = elbiseleri kullandık.

(Kendini bilmeyenler, ayıp yerleri açık gezer.)

Ağaçtan tatmak = kendini bilmek = kendinin farkına varmak, bir kusur, bir hata, bir suç mudur? 

Kendini bilmek, Rabbi bilmeye yol açmazsa!, ayıptır, kusurdur, SUÇTUR. Kendini bilen, Rabbini bilmek ZORUNDADIR. Çünkü kendini bilen, kendini kendinin yapmadığını = yaratmadığını da bilir.

Mücadelede, içimizle, bizle, içimizdedir. Bu mücadeleyi kazananlar da kaybedenler de (bazen kazanan bazen kaybedenler de) bizleriz. İçerdeki mücadele kendi nefsimizle; dışardaki mücadele başka nefislerledir. Kazanan nefisler, kaybedenlerle; kaybedenler, kazananlarla mücadele etmektedir. Kazanan kazananla; kaybeden de kaybedenle işbirliği ve güç birliği etmektedir. 

Âdem ve Eşi/Havva (içimizdeki biz), nefisleri ile mücadelelerini kazandılar/kazandık = kendilerini/kendimizi bildiler/bildik ve özür dilediler/diledik = tövbe ettiler/ettik = “Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ” dediler/dedik. Şeytan (içimizdeki bibaşka biz) ise, nefsimiz ile = kendimiz ile mücadelesini kaybetti, özre/tövbeye yanaşmadı, kendi fikrinde inat etti = “ebâ vestekbera” dedi, büyüklendi; ayıplı ayıplı dolaşmaya; üstelik, kızgınlığından = hıncından gözü dönmüş bir şekilde!, özür dileyip pişman olan, tövbe eden insanlara da “siz yanlış yaptınız” demeye devam ediyor. Çünkü kendi nefsine yenildiği için eski konumunu, gücünü kaybetti, kovuldu ve ona ‘çık-defol git buradan!’ (fehruc! inneke mine’ssâgırîn) denildi. O da küçük düştüğü için öfkesinden, ‘madem beni içimdeki ben = Âdem yüzünden bu hâle soktun (fe bimâ eğveytenî), ben de o nefsini yenen Âdemleri/benleri bak! ne hâle getireceğim; onların çoğunu şükredici = şâkir bulmayacaksın’, dedi Rabbine. (aslında kendi kendine!!. Savaş, büyük oranda içimizde!.)

İçimizde de dışımızda da bizimle savaşan biziz, biz insanoğlu = âdemoğluyuz.

İşte o ağaçtan tadınca bu mücadele serüvenimiz = dünya hayatımız başladı = “li yübdiye lehümâ”; ölene kadar sürecek; kâh kazanacak kâh kaybedeceğiz. İçindeki şeytanı zayıflatan, çok kazanacak; besleyen, çok yenilecek. Kazançlar-kayıplar birikecek, çoook ince bi hesap yapılacak, niyetlere de bakılacak ve; “bu kazanmıştır, bu kaybetmiştir.”! denilecek.

Bu işte maalesef! “kazan-kazan” yok!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET