TESBİH

Önceki yazılarımda tesbih kavramı bir kaç kez geçti, detaylı açıklama yapmadım; kısa açıklama olarak da, onun (tesbih) için “boncuk sayma” değil dediğimi hatırlıyorum; bu ifâde (boncuk sayma ifadesi), tesbihi hafife aldığımı değil, o olmadığını anlatmak içindi. İslâmî her kavramın başına “büyük felâketler” geldi, tesbih = zikir de bu “felâketten” nasibini aldı; tesbihin anlamı o kadar çoook daraltıldı ki tesbih, “boncuk sayarak ‘Allah İsmini’ tekrarlamaya” indirgendi.

Gerçekte neydi?

Yaratılan her varlığın Yaratıcısının emrini yapması, bu emri yaparken (yaptığında, yaptığını düşündüğünde), görevini “tam yapamadığını bilmesi ve O’nu yücelterek af dilemesi idi.”

Gökte ve yerde ne, kim varsa hepsi Allah’ı tesbih eder = “yusebbihu lillâhi mâ/men fissemâvâti vel arz.” Onların tesbihi yaratılış amaçlarına uygun işleri (görevleri) yapmalarıdır. Kiraz ağacının tesbihi kiraz vermektir; bulutun tesbihi gölge yapmak ve yağmur taşımak/yağdırmaktır; güneşin tesbihi ısıtmak, ışıtmaktır...

Âmiriniz/patronunuz size bir görev verse, siz, o görevi yapmadan sürekli âmirinizin/patronunuzun ismini tekrarlarsanız ne olur, amiriniz/patronunuz size ne der? Elinizden geldiği kadarıyla size verilen görevi yapsanız ve “efendim eksiği ile gediği ile bu şekilde yapabildim, affınızı dilerim” deseniz, ne der?

Bizler, Rabbimizin bize verdiği nimetlere (imkânları = sağlık-sıhhat-afiyet, rızık, akıl vb.) rağmen O’nun emrini = bize verdiği görevleri = kulluğu yapmadan O’nun İsmini tekrarlamayı tesbih sanıyoruz ve bununla da “övünüyoruz”!. Ancak kendimizi kandırırız. Haa!, görevimizi elimizden geldiği kadar yapar da 'Ya Rabbi Seni tenzih ve tesbih ederim, affet, bana daha fazla güç ve imkân verirsen inşaallah daha iyisini yaparım' dersek, işte o zaman “belki”! tesbih etmiş oluruz; yine de O’nu “tam tesbih” mümkün değildir ama tesbihte en az bu kadar bir bilinç olmalıdır.

Gücümüz-kuvvetimiz yerinde iken “görev = kulluk” aklımıza gelmiyor, ihtiyarlayınca da (güçten düşünce de) elimizden ‘tesbih = 99’luk boncuk’ düşmüyor!. Bu, olsa olsa ‘sözde/sözle tesbihtir’; gerçekte tesbih, “emredileni yapmak ve hakkıyla yapamadım Ya Rabbi! diyerek O’nu yüceltmektir.” Tesbih sözleri olan Elhamdülillah, Sübhanellah, Allah-u Ekber neyi ifâde eder? Acizliği, güçsüzlüğü değil mi?!. Biz, bize verilen görevi yapmayı hiç denemeden, biz aciziz, güçsüzüz; ‘Sen Büyüksün, Sen Yücesin, Övgüyü hak eden Sensin.’ diyoruz ve bunu da gerçek tesbih zannediyoruz. Elbet bu da tesbihtir ama “derecesi çook düşük bir tesbihtir”!; yine de “hiç yoktan iyidir!.”

Bu tesbih (sözlü tesbih), öteki türlü tesbihe (fiilî tesbihe) yol açarsa ne âlâ! ama iş orada kalırsa, ki kalıyor, tesbih küçültülmüş, ondan beklenen “fayda” çook azaltılmış/daraltılmış olur.

Fiilî tesbih, yüksek bir bilinç = uyanıklık = sorumluluk = kulluk hâlidir; sözlü tesbih bizi buraya götürmez; buraya gelmek için eylem/fiil = emre itaat = ibâdet (salih amel) şarttır. Bu yüksek düzeyli fiilî tesbihte sadece “İsmin anılması/hatırlanması değil”, O’nun hiiç unutulmaması esastır. 26/Şuarâ, 78-82. âyetlerde bu durum Hz. İbrâhim (a.s.)’in dilinden dökülür. “O (Allah) beni yaratan ve yol gösterendir (hidâyet verendir); yediren içirendir; hastalandığım zaman şifa verendir; öldürecek ve tekrar diriltecek olandır; din (hesap) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur.”

“Rabbi heblî hukmen ve elhıknî bissâlihîn. Vecalnî lisâne sıdqın fil âherîn. Ya Rabbi! Bana Hikmet (doğru hüküm vermeyi) nasib et, beni Salihler arasına kat (onlarla beraber eyle), benden sonra gelecek nesiller içinde lisan-i sıdq (hayırla = doğrulukla) ile anılmamı nasib et.” (26/Şuarâ, 84.)

Âmin Ya Muîn.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET