HİCAB

Eskiden biz örtü = başörtüsü (türban) yerine hicab kelimesini kullanırdık. Hicabtaki asâlet, başörtüsünde; başörtüsündeki aasâlet türbanda yok. İnsanlardaki asâlet kaybolunca, kelimelerdeki asâlet de kayboluyor. 

Hicab, mahcubiyet de barındıran, insandaki iyiliği de kötülüğü de örten, gizleyen bir kelime.

İyiliği niye gizler? Kişi iyiliklerini göstermekten niye hicab duyar? Çünkü hicablı kişi, iyiliği kendine nisbet etmez ve iyiliklerinin kendini “şımartmasına” izin vermez.

Kötülüklerini göstermemesi de kötülüğün yaygınlaşmaması içindir.

Maalesef yaptığı kötülüklerle gurur duyan ve onları teşhir edenler (ahazethül izzeti bil ism. 2/206.) çoğaldı. 

Gösteriş şeytanî bir duygudur; enâniyeti besler. Çağ, gösteri/ş = tiyatro, sinema, medya çağı; görülme, takipçi ile övünme, ünlü olma çağı. İnternet = sanal dünya, bununla ayakta, bundan besleniyor. Adam, ‘her türlü ürününü’ gösteriyor. Dindarlar da bundan uzak duramıyor. Sultanahmet’teki ya da evdeki iftarını, en çok takip ettiği hocasını = dinî starını, ne kadar dindar olduğunu göstermek için umre ya da hacda çektiği fotoğrafını paylaşmayı = insanlara reklâm etmeyi = göstermeyi ihmal etmiyor; üstelik bunu dinî bir görev de sayıyor.

Sanki kalplerdeki hicab da kalkmış!. Kalplerdeki hicaba din, “taqvâ elbisesi/örtüsü” der. O elbise/örtü yoksa, saçı-başı göstermemenin pek bir anlamı da yok; sanki o örtünün altına gizlenenler, hep kötülükler.

Şeytan, insanı = Âdem ve Havvâ’yı  melek olmak ve ebedî yaşama va’di ile kandırıp, onlara “ayıp yerlerini” açtırmıştı; “liyübdiye lehüma mâ vüriye anhümâ min sev’âtihimâ.” (7/20.) Bu ibare zihnimde dolanıp duruyor; bitürlü zihnimden çıkmıyor. En çok da vüriye kelimesine takılıp kalıyorum. Verâ (ورى). Verrâ (ورى). Verâün (وراء). Verâ : Âlem, kâinat, mahlukât. Hayr-ül Verâ = Kâinatın/mahlukâtın en hayırlısı  = Hz. Muhammed. El-Verâ (الورى), Ademoğlu. Verrâ : Yanmak, tutuşmak, kıvılcım atmak. Verâün : Zarf. Arkasında, peşinde, gerisinde, ardında, sonra demek. Sanki Vüriye, Verâ fiilinin edilgeni. Şeytan insanoğluna “sev’âtını” göstermek için yanıp-tutuşmuş!. Şeytan mı yanıp-tutuşmuş?!. İnsanın içindeki şeytan yanıp-tutuşmuş. Sende büyük hazine var, bunu kimse bilmiyor, sen göstermiyorsun ki!, hele bigöster, herkes sana “tapar, aboo! der.”!.

Üzerindeki şu hicabı bikaldır. 

O zaman bütün “melekler”! sana secde eder = önünde eğilir = sana tapar. Sen kim olduğunun = kendinin = sendeki gücün/hazinenin farkında değilsin galiba?!...

Aç/kaldır şu hicabı, şu üstündeki örtüyü de, göster bi kendini, görsünler bi seni!..

Sen de bi kendine gel!. Kim olduğunu, bil!. Neler yapabileceğini bi gör!...

Böyle yaparsanız melek olacaksınız!. Ölümsüzleşeceksiniz!. “en tekûnâ melekeyni ev tekûnâ min-el hâlidîn.” (7/20.)

Yeter ki şu “üstünüzdeki hicabı” bikaldırın!. = “Şu mal” bi meydana çıksın. Millet sizin kim olduğunuzu bigörsün!.

Mahcûb olmayacaksınız!, çünkü artık hicabınız olmayacak!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET