HİDÂYET NEDİR?

“ihdinâ’s sırât-al müsteqîm.”deki “doğru yola” ermek. Pekiî doğru yol ne? Navigasyonla bulunan bişey mi bu doğru yol? Elbette ki hayır!. Öyleyse ne?

Nisâ, 69’daki durum. “Kim Allah’a ve Resule itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği, Nebîler, Sıddîqlar, Şehîdler ve Sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar!.”, denilen hâl. 

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا

39/Zümer, 23’deki “zélike hüdallah...” denilen duruma nasıl ulaşılır?

İlgili âyet iyi anlaşılır ve gereği yapılırsa. Bence âyetteki “anahtar kelime” ka’şar.

Bu ka’şar kaşar peyniri değil tabiî; ayn’lı kaş’ar (قشعر); ben bu ka’şardan iqşarra’ya (اقشعر) ulaşmayı deneyeceğim.

Türkçede,

1) Kaşarlanmak. a)Bir işte iyice pişmek. b)Dayanıklı hâle gelmek. c)Derisi kalınlaşmak.

Arapçada, 

2) a)Dışardaki (dıştaki) kabuğu soymak. b)Öze dokunmak anlamına geliyor.

Birinci (Türkçedeki) anlamla ikinci (Arapçadaki) anlam birbirine zıt/mış gibi görünüyor. Evet literal/sözlük anlamları zıt. Sözlük/sel anlam, toplumsaldır = uzlaşımsaldır ama kişisel-mecazî anlam bu zıt anlamları bir araya getirebilir.

Nasıl?

Biadam, küfürde de imanda da kaşarlı olabilir ama küfürden imana dönmesi için o kaşarı (dış kabuğu) soyması, cevizin, fındığın ya da bademin kabuğunu kırması ve  içindeki/içerdeki öze dokunması/ulaşması gerekir. İmandan küfre dönenler içinse, derinin/kabuğun/dışın değil de kalbin kaşarlanması anlamında kasvet kullanılıyor. (Bknz. 39/Zümer, 22-23.) Kalbin/için/özün ka’şarlanması = hassaslaşması için Kur'ân ka’şr kökünden “teqşaır/ru” kelimesini kullanıyor. Qaşara. İqşaara. Taqşaara. (قشر / اقشعر / تقشعر /. Kaşr/Qışr : Kabuk, zar, örtü. İqşaara : Ürperti, titreme. Taqşaara : Tüylerin diken diken olması, vücudun ve duyguların hassaslaşması. 

Bu kelime bana, Mü’minin “zikr ile, ibâdet ile, iyilikle” dış/dışındaki kabuğunu/derisini her geçen gün atmasını/soymasını, dış kabuğu kaşımasını ve kalbini hassaslaştırmasını; münkirin (kâfirin) de hem dış/dışındaki kabuğunu/derisini hem de kalbini inkâr ve küfürle = kötülükle kaşarlaştırmasını = kâsiyet/kas(e)vetle (gâsiyetle/gafletle) doldurmasını = katılaştırmasını ve taşlaştırmasını çağrıştırıyor.

Zikr’in = hatırla(t)manın = Kur'ân’ın = ibâdetlerin = iyiliklerin etkileri dışardan içeri doğru girdikçe deri/cilt ve kalb “yumuşuyor” = “telînu culûdühüm ve kulúbuhüm” ve Mü’min hassaslaşıyor, çok daha duyarlı hâle geliyor, Allah-u A'lem.

23. âyetteki “teqşaırru” kelimesine, ürperme, tüyleri diken diken olma, titreme, derin saygı gösterme anlamları verilmiş. Elhak doğrudur ama bunların hangisi önce hangisi sonra ya da hepsi aynı ânda mı, geçici mi, sürekli mi; bilmiyoruz; bilenler de, “özel hâldir, paylaşılmaz.” diyorlar.

Kendimiz deneyip bulacağız. Kimimizin derisi de kalbi de kaşarlaşacak, hiçbir öğütten ve felâketten etkilenmez hâle gelecek; kimimiz sadece derisindeki ka’şar kazınacak, o, sadece felâket anlarında etkilenecek ama kalbine sıra gelmediği için bu etkilenme sürekli olmayacak; kimimizin de hem derisi hem kalbi “pamuk gibi”! (“telînu culûdühüm ve kulúbuhüm”) olacak. 

Böyle bir hâle temizlenme (tezekkî, zekât da aynı kök ve aynı anlam) dersek, bunun vermeden olmayacağını biliyor olmalıyız.

Pekiî bişeyi olmayan ne verecek?!

Herkesin verecek bişeyi vardır. Kiminin parası, kiminin duâsı, zamanı, ilgisi, bilgisi vb...

Kaşarlanma bu tür bir biriktirme = yığma; verme de bir temizlenme ( = tezekkî, taqaşşî) “تقشع /atma”! = dağıtma değil mi? İstiqşârlık ya da ‘teqşaırru’luk hâline biriktirerek değil, vererek ulaşılıyor olmalı!. 

23/Mü’minûn, 4. âyet ne der? 

“Onlar, zekât (temizlik/temizlenme) için çalışanlardır.”

وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ

Her şeye rağmen yine de ben bu hidâyet işinden pek bişey anlayamadım; daha iyi anlayan biri varsa ve bana da anlatırsa memnun olurum.

Şunu kesinlikle söyleyebilirim ki deri/beden temizliği kadar kalp temizliğine de özen gösterirsek daha “temiz” oluruz. Deriyi temizleyenin su ve sabun olduğunu biliyoruz da kalbi temizleyenin sabun değil de, varlığa = yokluğa sabır olduğunu biliyor muyuz?!. “Varlık = yokluk” dedin, yanlış mı yazdın, demeyin; temiz adamlar için varlıkla yokluk birmiş!, ondan öyle yazdım. Bizim gibi pisler, yokluğa fakirlik = yoksulluk = yoksunluk diyor; temiz adamlar ise yokluğa fakr diyor ve fakr ile övünüyorlar ve "El-Fakru fahrî. = Fakr, övüncümdür.” diyorlar. Hadis olduğu da söylenen bu sözü, “fakrının bilincinde/şuurunda olanlar söylüyorlar, onlar, Ğaniyy/Zengin Olan’ı da biliyorlar; o bilinçte olmayanlar da O’na zenginlikte de ortak olmaya (ortaklar koşmaya) çalışıyorlar/mış!.

Açlık/oruç başıma vurdu; konu da dağıldı, en iyisi ben Fatihâ’daki duâyı (“ihdinâ’s sırât-al müsteqîm.”) ve 39/23’deki “zélike hüdallah = işte Allah’ın hidâyeti bu!.” sözünü hatırlatarak ve sizleri bu âyetler hakkında derin düşünmeye davet ederek sözlerime son vereyim.

Anladım ki hidâyeti bulmak kolay değilmiş ve sözle hidâyet bulunmuyormuş!. Rabbin onu cümlemize amelle nasip etsin. Âmiin. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET