SÛRET, SÎRET ve SÜNNET
Bizler, “neredeyse” sîret ve sünnet kelimelerini birbirlerinin yerine, müteradifmiş gibi kullanıyoruz.
Sûret, şekil; sîret, hayat; sünnet, gidişat (= yol, metod, tarz) demek. Sîret-i Nebî veya Siyer-i Nebî, Nebî’nin hayatı; Sünnet-i Nebî, Nebî’nin hayat tarzı = yaşamı.
Her hayatın bir (görünür) sûreti (= şekli); bir sîreti (ruhu) var. Sünnet (üzere) olan hayatlar, Nebî’nin hayat tarzını, yaşam biçimini, O 'hayatın ruhunu' kendisine örnek (= rol model) alan hayatlardır. Nebî’nin hayatı, herkes için “en güzel örnektir; O, üsve-i hasenedir”; çünkü O, Allah’ın Rasûlüdür.
Pekiî, bizler Onun döneminde ve Onun yaşadığı şartlarda yaşamıyoruz; hâl böyleyken Onun örnekliğini nasıl “taklit” edeceğiz, ve kendi “sîretimizi ve sünnetimizi”! Onun Sîretine ve Sünnetine nasıl uyduracağız?!.
Onun sûretinden değil, sîretinden dersler çıkararak; Onun Sünnetindeki “ilkelere” uyarak. Onun sûreti, Onun yaşadığı şartlarla şekillendi, ama sîreti ve sünneti, milâdî 610 ilâ 632 yılları arasında Kur’ân’la hayat oldu (= hayata dönüştü).
Kur’ân, geçmiş ümmetlerin ve Elçilerin sûretlerinden değil, sîretlerinden kıssalar (örnekler) anlatarak, geçmişi (= dünü) bugüne (= şimdiye); bugünü geleceğe (= yarına) bağlar. Sûretler değişir ama o sûretlere “can, kan ve ruh” veren sîretler değişmez/değişmemeli; bu yüzden Kur’ân, kıyamete kadar yaşanacak tüm hayatlara (= “kuru ve ölü sûretlere) ruh üfleyen ve onlara doğru yön, doğru istikâmet ve hedef/amaç/gaye veren” bir Kitâb’tır. (= sırât-ı müsteqîm.)
Teşbihte hata olmazsa, Kur’ân, “hayatın içinden” temel yasaları (= inanç ve ahlâk ilkelerini); Sünnet, bu yasaların (= inanç ve ahlâk ilkelerinin) uygulamasını ve teferruatını (= detaylarını) belirler. = Sünnet (= Sünen), pratik olarak yaşanan (yaşadığımız) hayatın (= sîretin) yasalarını (= yaşam biçimimizi ve hayat tarzımızı); Kur’ân, bu yasaların kaynağı veya özü olan ilâhî ilkeleri belirler.
Bugün biz de yaşadığımız hayatı (= sîretimizi = siyerimizi), pratik olarak Efendimizin Sîretine (= hayatına), kural olarak (= yasal dayanak olarak) Efendimizin Sünnetine, bu yasaların dayandığı en temel dayanak (= “anayasa”!) olarak da Kur’ân-ı Kerîm’e uydurmak zorundayız.
Kur’ân, geleneği şimdiye; şimdiyi geleceğe “düz ve dosdoğru, zikzaksız bir çizgi” (= sırât-ı müsteqîm) ile birbirine bağlar.
Oysa biz, “içi boş ve değişken sûretlerimizi” Efendimizin Sîretine (ve Sünnetine) uydurduğumuzu sanıyoruz. En büyük “hastalığımız”, sûrette Ona (= Efendimize), sîrette ise başkalarına uymak. Kur’ân, sûretleri, sîrete ve sünnete uydurmak için indirilmiş bir Kitâb’tır = Hitâb’dır. Efendimiz O Kitâb’a = O Hitâb’a muhatap olunca, sîretini de sünneti de düzeltmiştir.
Not : Buradaki sûret, bedenimizin şekli değil; içinde yaşadığımız şartlar ve imkânlar. Bu şartlar ve imkânlar değişebilir, ama onları nasıl, ne için (= niçin, ne amaçla) kullanacağımız değişmez. Sîret ve Sünnet, “bu nasılın ve niçinin” pratik = yaşam olmuş = yaşanmış = güzel ahlâka dönüşmüş hâlidir.
Kur’ân, Efendimize bu güzel ahlâkı tamamlaması için indirilmiştir.
Salat ve Selâm Onun ve Onun izinden gidenlerin üzerine olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder