DİN ALGIMIZ

Din algımızı ne şekillendirdi, şekillendiriyor?!.

Aldığımız eğitim ve içinde yaşadığımız kültür.

Aldığımız eğitim ve içinde yaşadığımız kültüre göre din, mistik, kutsal, metafizik, bireysel (= kişiye özel) bir “duygudur”; ve aklın alanının (içinde yaşadığımız fizikî alanın = hayatın) dışındadır. Çünkü, tüm dünyanın aldığı gibi biz de seküler bir eğitim alıyoruz ve bu eğitim, kültürümüzü ve yaşamımızı belirliyor. Bu (laik) eğitime göre, din ve dünya işleri ayrıdır; din, dünyaya karış/tırıl/maz; din, metafizik (= gaybî, deney ve gözleme gelmeyen, somut olmayan) alana aittir. Bu dünya, Sezar’ın; öte dünya da Tanrı’nındır. Tanrı, bu dünyaya karışmaz, karıştırılmamalı!. Çünkü, geçmişte batıda Tanrı’nın temsilcisi olduklarını söyleyenler (= Kilise), insanlara büyük zulümler ettiler, onlara çook kötü işkenceler (= engizisyonlar) yaşattılar. Biz de bunu, kendimize adapte ettik; oysa bizde böyle bir engizisyon (= zulüm) yaşanmadı. Haâ, bizde de din kullanılarak güç elde edildi, hâlâ da ediliyor, ama batı kadar ve batı gibi değil. Bu, bir başka bahis.

Dine yaklaşımımız, din algımız, aldığımız seküler eğitimin formatladığı zihnin ürünü. Bu eğitim, dini (= Allah’ı) hayattan kovar; ve hayatı seküler eğitim almış zihinlere (= uzmanlara = teknokratlara, bürokratlara) bırakır.

Oysa, seküler eğitim almış zihinlerin (= uzmanların = teknokratların ve bürokratların) kurduğu düzen de bir dindir, ama bu din, kâinatla uyumlu bir din değildir, olamaz da. Çünkü, kâinatı (= âlemi) seküler eğitim almış zihinler yaratmamış, var etmemiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’e göre Hâlis din, Hak din, Kayyım din, Hânif din, ideal din = ed-Dîn, İslâm’dır. Kur’ân, insanlardaki din algısını aşama aşama (= tedrîcen) “bu noktaya” getirmek için indirilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’deki 92 adet din kelimesi (Bknz. Mu’cem-ül Müfehres, s. 507-509.), nüzul sırasına koyarsak -- ki, sûrelerin Mekkîliği-Medenîliği az-çok biliniyor ama âyetlerde bu çook zordur; yine de ilgili âyetlere sûre bazında bir bakış, bize bir fikir verebilir ve -- bu aşamayı (= din kelimesinin muhtevasındaki tedrîcîliği) fark ettirebilir.

Sanırım ilk kez din sözcüğü, Kâfirûn Sûresinde, “leküm dînüküm ve liye dîn. = sizin dininiz size, Benim dinim Bana.” şeklinde geçiyor. Yine sanırım (ama bu sanma kuvvetli bir sanma), din kelimesinin son kez geçtiği yer de, Mâide Sûresi 3. âyet. “el-yevme ekmeltü leküm dîneküm... = Bugün dininizi tamamladım...”

Demek ki din, “tamamlanan” bişeymiş!; tamamlanmadan önce de eksikmiş!.

Kâfirûn Sûresine göre, başka sahte dinler de var!. Bu Sûre, Mekkî; Mekke şehir (kabile) devletinde de bir din = düzen var (din, düzen demek); sûre diyor ki : Ben sizin dininizi kabul etmiyorum; siz de benim dinimi kabul etmiyorsunuz; öyleyse ‘sizin dininiz size; Benim dinim Bana.’ Çünkü, sizin dininiz : a) İnsanları fırkalara (= kastlara) bölüyor ve onlara huzur vermiyor. b) Kâinâttaki dinle (= düzenle) uyumlu değil. c) Sizin dininizin bir çook tanrısı (= sahibi, rabbi) var; ve bu tanrılar kendi aralarında çatışıyor, şirk dini böyledir.

Benim dinim ise, âlemlerin Rabbi, Bir (= Ehad) olan Allah’ın dini; bu yüzden Benim dinim kâinatla (= âlemle) ve insan fıtratı ile uyumlu.

Günde 40 kez okuduğumuz, Kur’ân’ın özü ve özeti olan Fâtiha’daki ilk dört âyet -- ki 4. âyet, “Mâlik-i yevm-id Dîn.”. -- bu uyumu gözler önüne serer.

Âlemlerin Rabbi, insanlardaki sakat din algısını, 23 yılda Efendimizle, sağlam ve tamamlanmış (= qayyım, hâlis) bir din algısına dönüştürdü; ama insanlar Ondan sonra tekrar başa döndü = dinlerine şirk bulaştırdılar = dinin (= düzenin, otoritenin) sadece Allah’a ait olmasını hazmedemediler ve dinlerini paramparça ettiler. 

“Ey Resulüm!, dinlerini parça parça eden gruplar var ya, Senin onlarla hiçbir ilişkin/bağın yoktur; onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (6/159. Ayrıca bknz.  3/103, 105. 8/46. 23/53. 30:30-32.)

Bugün biz de, almış olduğumuz seküler eğitim ve içinde yaşadığımız profan kültür (iklim) yüzünden din algımızı düzeltmek istiyorsak, işe Mekke döneminden başlamamız = sahte dinlere/düzenlere rest çekmemiz, lâ/hayır  = leküm dînüküm ve liye dîn dememiz, ve her işimizi kâinatta geçerli olan “genel dine = düzene” uygun/uyumlu kılmamız = İlâh’lığı gökte de yerde de Allah’a vermemiz (teslim etmemiz) = samîmî bir şekilde “Lâ ilâhe illâ-l Allah” dememiz gerekiyor. Böyle olursa, yediğimiz her lokma, içtiğimiz her yudum su, harcadığımız her kuruş ve nefes (= bize ihsan edilen her şey) “değerli ve anlamlı” hâle gelir; aksi hâlde, sistem hata/error verir, veriyor da; kriz kapıda!.

Not : Din algımız, aynı zamanda Tanrı algımızı (tasavvurumuzu) da belirler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK