NEFH-A

Kelimenin kökü : NFH (= نفخ). Son harf noktasız olursa (نفح), koku, râyiha ve rüzgâr anlamına; noktalı NFH (= نفخ) olursa, üfleme, boru çalma anlamına gelir. Nefeha fî rûhihî = نفخ فى روحه  hayat = can vermek. Nefeha fî sûretihî = نفخ فى صورته     bir şeyi şeklen (= somut olarak) ortaya çıkarmak.

Nefha, nefes, soluk.

Noktalı NFH (= نفخ), Kitâb’ta 20 yerde geçer. İsâ (a.s.)’ın çamurdan kuş yapması ve o kuşları üfleyerek canlandırması. (3/49. 5/110.) İsrâfil (a.s.)’ın sûra üflemesi. (6/73. 18/99. 20/102. 23/101. 27/87. 36/51. 39/68 iki kez. 50/20. 69/13. 78/18.) Zülkarneyn’nin demir kütleleri körüklemesi. (18/96.) İnsanın (= Âdem’in) yaratılışında ve Meryem vâlidemizin İsâ (a.s.)’a hâmile kalmasında Ruh üflenmesi. (15/29. 21/91. 23/101. 32/9. 38/72. 66/12.)

...

Sûrete (= bedene, şekle) ruh üflenmesi, sûretin (= bedenin) canlanmasıdır; ölüm de o ruhun o bedenden geri alınmasıdır. 

Aslında beden ve ruh, iki ayrı öz, iki ayrı cevher (= töz) değil; yoğunlukları farklı tek özdür. Ruh, ağırlığı fazla (hantal) olan bedeni kullanır. Bize, bu dünyaya göre beden olmadan ruh hiçbir iş yapamaz. İkisinin (beden ve ruhun) birleşimine nefs (= kişi-lik, ferdiyet) diyoruz. Eskiden, ruha da nefs deniyordu. Tasavvuf nefse olumsuz anlam (kötü anlam, hevâ anlamını) yükledi. “vezkür rabbeke fî nefsike ... Nefsinde Rabbini zikret ...” (7/205.) âyeti, buna delildir. Nefs, aslında (= yaratılışında, fıtratta i) temizdir; onu insan kirletir. Zikir, “görünüşte, zâhirde” dille; bâtında kalple yapılır; nefh-a da (= üfleme de) aynı şekilde ağızla (üflenir). Ama hâşâ Allah’ın ağzı mı var ki üflesin?!. Öyleyse, buradaki üflemeyi, mecazen yaratma = (sûret ve) can (= hayat) verme olarak anlamalıyız. 

Allah (c.c.), her varlığa aynı canı (= hayatı) vermiyor. Cemâdat (= cansız varlıklarda), nebâtât (= bitki ve ağaçlarda) ve hayvanâtta (= hayvan ve insanlarda) yoğunlukları farklı ruhlar = canlar (ve sûretler = şekiller) var. Bunlar aynı zamanda cisim. Cismi olmayan ruhlar da var : Melekler. Ama herkesteki ruh O’ndan = O’nun Ruh’undan = O’nun yaratması. O, istediği zaman, varlıklara verdiği “emânet ruhu” geri alır.

Pekiî bizler neden ruh-beden ayırımı yaparız?!. Bedenimizde ruh gibi bir kuvve bulunmasa, beden bizi aşağı çeker; bizler ruhla yukarı yükselir, kemâl ararız. “İlâhî Ruh’tan bedenlere üflenen nefha” lâtiftir; bu letâfet, görünür (= bedenli) canlılarda : insan, hayvan, bitki ve cansız şeklinde/sûretinde sıralanır. Bedenlerinin emrine girenler = ruhlarını görmezden gelenler, yükselemez, kemâl bulamazlar. Onlar, önce hayvanlar gibi olurlar = beslenir, büyür, ürer (= çiftleşir) ve ölürler, belki de daha aşağı (= bel hüm edall 7/179.) düşerler. Bedenlerini ruhlarının emrine vererek kemâl (= yükseliş, Allah’a kulluk) için kullananlar ise, doğru istikâmet (= sırât-ı müsteqîm) üzre yürürler ve “yüce ruhların” tattığı zevkleri tadarlar. 

Bize üflenen ruh (= nefes, nefha), bizi yukarı çekmek içindir.

Bize verilen = üflenen Nefes = Ruh, “Nefes-i Rahmânî’dir.” 

Ruh veya can anlamındaki nefis, keskin se (س) ile; soluk anlamındaki nefes, peltek se (ث) ile yazılır. Peltek se’li nefes, aynı zamanda esin demek. Nefis sahipleri nefes alıp-verirler. En kalıcı = ölümsüz = Bâkî Can (= Hayat = Nefes) sahibi, Hayy-ul Qayyûm olan Allah’tır; bütün hayatlara hayat veren ve o hayatları tekrar geri alacak olan, bu nefesleri nerelerde kullanmışlar diye o nefislerden hesap soracak olan O’dur. 

Nefes-i Rahmânî’yi (= bize verilen canı) boşa (= tâgutlara ve putlara hizmet ve üfürükçülük için) tüketenler (= harcayanlar), meseleye (= hayata) bir de buradan bakmalılar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK