FAİZ İLE RİBÂ ARASINDAKİ FARK
Faizin Kitâb’taki karşılığı ribâdır. Bizim bildiğimiz faiz (فائض / فيض), Kitâb’ta, 9 yerde dolup-taşma, çoğalma, akın etme ve dalma anlamlarında kullanılır. Bu anlamı paraya transfer edersek, paranın bollaşması, dolup-taşması, artması şeklinde anlayabiliriz. Bu artış, para sahibinin (borç para verenin) lehine, borç sahibinin (borç para alanın) aleyhine, garantili ve adâletsiz bir ticarî sözleşmeden kaynaklanıyorsa, bu açık bir ribâdır.
Ribâ (= ربنا/ رب), haksız fazlalık, demek.
Ticarette (= ticarî sözleşmelerde), her zaman belli oranda bir risk vardır; ribâda (faiz gelirinde) ise bu risk sıfırdır; kıtlık, kuraklık, ölüm, vb. durumlar karşısında bile gelir garantisi vardır. Bu gelir, devlet garantili olarak faizle borç para verenin hesabına her şartta yatırılmak zorundadır.
Faizci de o faizciye garantiyi veren devlet de insafsızdır, vicdansızdır.
Faizci, oturduğu yerden, hiçbir emek vermeden para kazanan adamdır. Ribâ, budur.
Feyz (= فيض) ve fâiz (= فائض), genelde, ekonomik değil, “psikolojik” bir terimdir; semantiğinde “çoşku” vardır. İki âyet vereceğim. Biri, Mâide, 83; diğeri, Yunus, 61.
“Rasule indirileni duydukları zaman, gerçeği anlamalarından dolayı onların gözlerinin yaşla dolup taştığını (= تَف۪يضُ) görürsün. Derler ki : Ey Rabbimiz! İman ettik, öyleyse bizi şahitlerle beraber yaz.”
وَاِذَا سَمِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرٰٓى اَعْيُنَهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّۚ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ
“Ne durumda olursanız olun ve Kur'an’dan ne okursanız okuyun, hangi işle uğraşıyorsanız uğraşın, unutmayın ki Biz, siz onları yapmaya daldığınızda = onlara kendinizi coşkuyla verdiğinizde (تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ), Biz mutlaka yaptıklarınıza şâhidiz/tanığız. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinizden gizli kalamaz. Ne bundan daha küçüğü ne de daha büyüğü yoktur ki, hepsi apaçık bir Kitâb’ta olmasın.”
وَمَا تَكُونُ ف۪ي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوداً اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ وَلَٓا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرَ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Yedi yerde daha فيض fiili geçer; bunların bizim bildiğimiz faizle uzaktan yakından bir alâkası yoktur. Arapçada (= Arap kültüründe) faizin adı, ribâdır. Biz bunu faiz kelimesi ile karşılamış ve, namaz ve salât kelimelerinde olduğu gibi, “kısmî anlam kaymasına”! uğratmışız. “Namaz, tam salât; faiz de tam ribâ değil.”!.
Bir de dad ض ile değil de keskin ze ز ile yazılan fâiz = فائز kelimesi var. Bu da, galip gelen, kazanan demek. Sanırım biz, bu kelimeden esinlenerek kazancı/kazananı hep/her zaman borç para verene tahsisleyerek ribâya faiz demişiz.
Umarım, yanlış bişey yazmadım; kelimelerin “büyülü dünyası” beni “sarhoş = serhoş” (bi hoş) ediyor.
Yorumlar
Yorum Gönder