DUHÂ SÛRESİ

Sûre, Mekkîdir, Mekke’de ilk inen sûrelerdendir. İlk inen âyetlerden başka, bu zamana kadar, -- bu zaman muhtemelen 612 yılı --, bir sûre oluşturacak kadar âyet inmemiştir. İlk inen âyetler, Alak Sûresinin ilk 5; Müddesir Süresinin ilk âyetleridir; ve uzunca bir süre vahiy kesilir. 

İlk inen âyetlerle kendisine bir görev (= misyon) verilen/yüklenen Efendimiz, YALNIZDIR. Bu yalnızlık, aynı zamanda çaresizlik ve endişe (= korku) barındırmaktadır. Eşi Hatice vâlidemizden başka, “derdini”! paylaşabileceği kimsesi yoktur. Eşine : “Beni ört!.” (Beni gizle) der. Mekke’de (= Mekke toplumunda) bir “yabancı” gibidir, kimsesizdir. Her ne kadar Ona : “Ya eyyühe-l müddessir!, qum fe enzir. = Ey gizlenen (= örtüsüne bürünen)!, kalk ve uyar!.” dense de, Onun içinde hâlâ --Allah-u A’lem --, bir çaresizlik, bir endişe (= korku) ve bir GÜVENSİZLİK vardır.

Uzun süre vahiy gelmeyince, acaba (?!) (herkes gibi) Rabbim de mi Beni terk etti (?!) endişesi, korkusu ve kaygısı!.

Korkulu, kaygılı, endişeli, karanlık bir dönem. 

Bu korku, bu kaygı, bu endişe, bu karanlık ve bu güvensizlik, büyük ölçüde bu sûre (= Duhâ) ile giderilmektedir ve Efendimiz bu sûre ile takviye (taqvâ) edilmektedir.

“ved-duhâ; ve-l leyl-i izâ secâ; = Kuşluk vaktine ve gecenin karanlığındaki dinginliğe yemin olsun.” (93/1-2.)

Duhâ, Güneşin doğup yükseldiği vakit. Leyl, gece. Secâ, hem karanlık hem durgunluk. Kur’ân âyetlerinin durma/durak yerlerindeki işaretlere de secâvent denir; buralarda nefes tazelenir. Şimdi karanlık ve zorluk yaşıyorsun, ama Güneş doğacak ve yükselecek; “daralan nefesin, göğsün” genişleyecek.

“mâ veddeake Rabbüke ve mâ kalâ. = Rabbin Seni ne terk etti, ne de Sana darıldı...” (93/3.)

Hem terk etmedi (= mâ veddeake), hem de darılmadı. (= mâ kalâ.) (Veddea, vedâ etmek; kâle, konuşmak, mâ ile konuşmamak = darılmak.) Niye terk etsin ki?!. Sen yanlış bişey yapmadın ki!. Bu “ara”, Seni sınamak, kalbini Senin kendinin yoklaması içindi, Biz Senin kalbini (= ne düşündüğünü) biliyoruz.

Bil ki Biz Senin için :

“ve le-l âhiretü hayrun leke min-el ûlâ. = Senin için âhireti dünyadan (=  geleceği, şimdiden ve geçmişten kesinlikle = ilk “le” daha) hayırlı kıldık.” (93/4.)

(Belki! de) Sen hesaplarını dünyaya (= buraya, şimdiye) göre yapıyorsun, insanların (= toplumun) bu hâlini kendine dert ediniyorsun, ama kesinlikle inan ve Bize güven ki, gelecek (hem yakın - dünyadaki - gelecek hem de uzak - ötedeki - gelecek = âhiret), Senin için çook güzel olacak.

“ve lesevfe yû’tîke Rabbüke feterdâ. = Rabbin Sana kesinlikle - le - verecek, Sen de O’ndan (bundan, verdiğinden) râzı/hoşnut olacaksın.” (93/5.)

Acele etme ve endişelenme!.

Bi düşün, geçmişte de benzeri olmamış mıydı?!.

“Rabbin Seni yetim bulup da barındırmamış mıydı?!. = elem yecidke yetîmen fe évâ.” (93/6.)

Anan-baban ölmüştü, Sen yetim kalmıştın; O Seni önce dedene (Abdulmuttalib’a), sonra amcana (= Ebû Tâlib’e) emânet etmişti.

Sen de şaşkının biriydin, Seni bu şaşkınlıktan kurtararak hidâyete ulaştırmıştı. = ve vecedeke dâllen fehedâ.” (93/7.)

Buradaki dâl (= dâllen), Fatihâ’daki dâl (= dâllîn) ile aynı, ama Efendimize nezaketen bu dâl (= dâllen), dalâlet değil, şaşkınlık olarak okunup-anlaşılıyor. Hedâ ise, hem hidâyete ermek hem hidâyet vermektir. Sen “şaşkınken”!, Sana hidâyet verdiğimiz gibi, aynı zamanda Seni hidâyet verici (= hédî) de kıldık.

Kılmadık mı?!.

Yine Seni fakir (= yoksul, âil) bulduk, zengin ettik. = ve vecedeke âailen fea’nâ.” (93/8.)

Seni zengin ve cömert biri (= Hz. Hatice) ile evlendirdik; Senden mâişet (= geçim) yükünü de aldık. Seni, aşama aşama bu dâvâya hazırladık. 

Öyleyse :

“Bir yetim gördüğünde onu hor görme = ezme!. = feemme-l yetîme felâ tekhar.” (93/9.)

Yetimliği yaşadın, onun de demek olduğunu biliyorsun. 

Senden bişey dileneni (= sèili = isteyeni) reddetme ve azarlama!. = ve emmâ-s séile felâ tenhar.” (93/10.)

Bu istek, ekmek de su da yol gösterici bir bilgi de olabilir. Bir zamanlar Sen de birilerine muhtaçtın ve “şaşkındın”!, unutma!.

“Rabbinin Sana verdiği her nimeti, Sen de fırsatını bulunca ihtiyacı/muhtaç olanlara ver. = ve emmâ bi-nimeti Rabbike fehaddis.” (93/11.) Ver diye çevirdiğim kelime, haddis. HDS (= حدث), -- hadis de bu kökten --, bahsetmek,  bildirmek, bilgilendirmek, haber vermek, anlatmak, demek. Sende olan, Sana verilen her şey, Rabbinin Sana verdiği bir nimet; Sen bu nimetleri gizleme, onları Rabbin adına bahis konusu yap; Senin dinin (= dâvan) bu!. Onları, benimser-benim der de gizlersen veya biriktirir-saklarsan, Rabbini de gizlemiş (= örtmüş = küfr) olursun. 

Senin görevin (= misyonun), insanlar nezdinde şirk karanlığında “kaybolmuş, gizlenmiş, unutulmuş Rabbinin Mesajını açığa çıkarmak”!; = “Lâ ilâhe illâ-l Allah” ilkesini/düsturunu, insanlar arasında bahis konusu yapmak, anlatmak, yaymak; bu sayede şirk karanlığını ortadan kaldırmaktır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK