ŞERİAT

Şeria ya da şerea (شرع) fiilinden isim. Yol açmak, kanun koymak, nehrin akış yatağı demek. Hukukî anlamda şeriat, İslâm dininin toplumsal hükümleridir.

Maide, 48’de, “liküllin cealnâ minküm şir’aten ve minhâcâ” denir. Şir’at ile şeriat aynı kelimedir. Bu kelime Kitâb’ta beş yerde geçer. Araf, 163’deki “şürraan”, Cumartesi balık tutma yasağı ile ilgilidir. (Onları denemek için aksine) Cumartesi günleri balıklar akın akın geliyordu (şürraan) denir. Kelime, Şûra, 13 ve 21’de fiil halinde kullanılır “şerea leküm... ve şerâû leküm.” = sizin için meşrû kıldı/k. Casiye, 18’de de, “cealnâke alâ şeriatin minel emr” = size emrinden bir şeriat = yol-yöntem, usül takdir ettik, denir. Kelimenin, Maide, 48’deki kullanımı = “liküllin cealnâ minküm şir’aten ve minhâcâ”, “dönemselliğe ve değişime”! vurgu yapar. Her biriniz için = her bir toplum/topluluk için (hukuk, sosyal ve siyasal yaşamda gereklidir) bir şeriat ve minhâc kıldık, denmesi, değişen yaşam biçimlerine ve ayrı ayrı hukuk düzenlerine işaret eder. Ayetin bağlamı, önceki toplumlardan, topluluklardan söz eder; onların da bir şeriatı = hukuk düzeni vardı, size de bir şeriat = hukuk düzeni va’z ettik = belirledik, denir. Kelimenin (= şeriat) minhâc ile kullanılması bunu gösterir; minhâc, rahat yürünen geniş yol demektir. Bizler (de), eğer önceki şeriatlara tâbi olsaydık, yaşayamazdık; o gün yaşanan hayat şartları bizi bugün çook zorlardı. ‘Amenerrasûlü’de yaptığımız duâyı hatırlayın!. “Ya Rabbî! bize öncekilere yüklediğin ağır yükü yükleme!. = ... Rabbenâ velâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehû alellezîne min kablinâ.” (2/286.)

Öyle ise şeriat, insanı zora sokmadan, ağır yük altında ezmeden ama aslâ ve aslâ Rabbin emrinden de çıkmadan yürünen yol demektir. Şeriatın = hukukun, ana-kurucu-asıl ilkelerini dinin değişmez sabiteleri belirler; buna dinin anayasası diyebiliriz. Bu anayasada EN TEMEL İLKE : ALLAH'A KULLUK’tur, Allah’tan başkasını ilâh tanımama = Allah ne emretmişse onu yapmadır. = LÂ İLÂHE İLLÂ ALLAH.

Şârî, kanun koyucu demektir. Belirleyici kanunları Allah koyar, en büyük Şârî O’dur. O, her dönem ve devirdeki hayatları da “yönetir! = El-Melîk’tir.” Her dönemin hayatlarındaki değişimler O’ndan bağımsız değildir. Bizim sınıflamamıza göre, avcı-toplayıcı toplumlarda da, tarım toplumunda da, sanayi toplumunda da, günümüzün iletişim, digital-sanal toplumunda da yegâne ilâh (= kanun koyucu = şârî) O’dur.

Ama, her toplumun (coğrafyanın, kültürün, ülkenin vs.) yaşayışı farklı farklıdır. İşte bu yaşayış farklılıklarını, Allah’ın belirlediği ölçülerde = ölçülerle düzenlemenin adıdır şeriat. Bu, her dönemin Müslüman müçtehidlerinin (kanun koyucularının = şârîlerinin) sorumluluğunda, omuzlarındadır. Dünkü (1500 yıl, 1000 yıl önceki) müçtehidler, kendi dönemlerine ait içtihatlar yapmışlar = kurallar, kanunlar koymuşlardır; bugün, bu döneme ait kurallar konulmalı, içtihatlar yapılmalıdır. 

Yaşadığımız sıkıntı = korku, büyük oranda geçmişi bugüne taşıma korkusudur; insanlardaki (özellikle gençlerdeki), şeriat korkusu, buradan kaynaklanıyor. Oysa şeriat, hakka-hukuka, hakkâniyete, adâlete götüren yol (doğal olarak ‘deryaya’! akan nehrin yolu; bizi Hakk’a götüren doğru yol) demektir.

Böyle bakarsak, şeriat, gericilik değil; aksine en ileri, en doğal, en sahici “çağdaşlık”! demektir.

Bakışı bozuk (şaşı) olan, gördüğünü bozuk (şaşı) görür. Önce, dînî kavramlardaki şaşılığımızı düzeltmemiz lâzım, sonra da kavramları sistemli bir şekilde düzenlememiz. Çünkü, din ve şeriat (= İslâm) deyince, insanların gözündeki = zihnindeki görüntü net değil.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET