BÜYÜK ANKARA CAMİİ

Tesadüf mü tevafuk mu bilmem; aslında tesadüfe de inanmam; elimde İbn Zebâle’nin Ahbâr-ul Medînesi = Medîne Tarihi var. Bu, Medîne Tarihi üzerine H. 199/M. 814’te yazılmış en eski kitap. Kitabın ilk 90 sayfası Mescid-i Nebevî’ye ayrılmış; daha sonra Medine’deki diğer mescitler; Medine’ye ilk yerleşenler, Medine’nin mezarlıkları, kuyuları, çarşıları; Medine’ye yakın bölgelerin isimleri ve Ezvâc-ı Nebî kısımları geliyor. 

Bu yazı, Mescid-i Nebevî’den söz edecek. Kitaptaki bu bölümü okuyunca şöyle bir hükme/yargıya vardım. 

Binalar ne kadar sâde ve gösterişten uzaksa, orada yaşayan insanlar o kadar kaliteli oluyorlar.

Efendimize ashab, zaman zaman Mescidin büyütülmesini (üstünün örtülmesi ve onarımı dahil) teklif ediyorlar; Efendimiz : “Bize Mûsâ’ın gölgeliği gibi bir yer yeter.” Mûsâ’nın gölgeliği nasıldı? diye sorulduğunda, “Ayağa kalktığında kafası tavana değerdi.” buyuruyor. (s. 33 ve 37) Mescidin üstünün örtülmesi bile sonradan. Ashab, aşırı güneşten (çöl) rahatsız oluyor da Efendimiz “tamam” diyor.  

Mescidi ilk “ciddî büyütme ve onarım”, H. 91 yılında Velid b. Abdülmelik döneminde, Medine Valisi Ömer b. Abdülaziz’e yaptırılmış ve yaklaşık 40.000 dinar para harcanmış. Velid b. Abdülmelik, Bizans’tan (Rum diyârından) usta ve malzeme getirtmiş; usta, Efendimizin kabr-i şerifine bevletmeye bile kalkmış!...

Tam da bu bilgileri okurken, şehir dışından biri, beni telefonla aradı, ‘Ankara’ya yapılan Büyük Ankara Camii’ni gördün mü?’ dedi. ‘Yoo’ dedim; sonra, nerede yapıldığına baktım; bana da yakınmış, üşenmedim gittim.

Ankara’ya “damga vuran”! camiiler : Hacı Bayram, Kocatepe, Akseki, Melike Hatun ve Büyük Ankara Camii. Onca ihtişamlarına rağmen hiçbiri Hacı Bayram’ın vurduğu damgayı vuramıyor. Oysa Hacı Bayram’da ne kubbe var ne de süsleme!... ben Hacı Bayram’a da öyle çok fazla gitmem, gittiğimde de erken gider vaaz dinlerim, etrafı seyrederim; orada türbe (Hacı Bayram Velî’nin mezarı) kıble yönündedir. 

Mescid-i Nebevî’nin onarımları ve büyütülmesi, dönemin hükümdarları (sultanları) tarafından bir “prestije ve gösterişe” dönüştürülmüştür. Bu durum, hilafetin saltanata dönüşmesinden bağımsız düşünülemez. Hilâfette imar, gönüllerde, toplumda, adalette, hayatta idi; saltanatta, taşta-toprakta, binada, sarayda ve ma’bette...

Hilâfette o sâde Mescid, hem ma’betti hem (Devlet Başkanlığı) konut/u = saray/ı. Saltanatta ma’betle devlet ayrıldı; devlet ihtişamlı saraylara kavuştu; ma’betler de (ayıp olmasın diye)! bundan nasibini aldı, alıyor!.

Büyük Ankara Camii’ni anlatacaktım; vazgeçtim, anlatacak bişeyi yok, siz kendiniz görün!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET