GÜRÜLTÜ ve SÜKÛNET

Şehirler, çook gürültülü, çook kalabalık; şehirlerde sükûnet = sekînet = sakinlik yok; sesler (konuşmalar) birbirine karışıyor; gece bile, şehirlerdeki bu gürültü sona ermiyor.

Medya (= araçlar, arabalar, fabrikalar vs.), bu gürültüyü daha da çoğaltıyor.

Huzur, sükûnette = sekînette = sakinlikte; şehirlerde huzur yok, kalmadı.

Köye dönelim, demiyorum. Öyleyse ne yapalım?!. İçimize dönelim. Bizi rahatsız eden seslere (= medyaya) kulağımızı kapatalım; kapitalizmin bizi “çokluğa” boğduğu şeyleri terk edelim, az şeyle yetinelim; çook bunalırsak da ara ara dağa (Hira’ya) çıkalım ve şehri uzaktan seyredelim.

Gürültüden uzaklaşalım; sükûnet = sekînet = sakinlik arayalım. Yine de geceler, nispeten bu sükûneti = sekîneti = sakinliği bağrında taşıyor; belki de “teheccüd” bunun için var. Teheccüd, belki de gürültüye karışmış temiz sesleri bize ayırt edebilme fırsatı vermek için. Teheccüd, HCD’den (belki de teheccî’den!); teheccî, heceleme demek; heceleme, okumayı sökmeye; gürültüdeki sesleri ayırt etmeye başlama demek.

Efendimiz, Kendisine gelen vahyi iki şekilde tarif etmiş : 1) Uğultu ve gürültü (= çıngırak sesi) şeklinde (دوى) gelen bir Ses. 2) İnsan şeklinde görünen bir Meleğin Haberi. Devânın (دوى) son harfi yâ, hemzeye dönüşürse, hem yankılı ses, hem de şifâ, ilaç ve tedavi anlamı var; vav, yâ ve elif, med harfleridir, birbirlerine dönüşebilirler.

Efendimize vahiy geldiğinde, çook soğuk bir günde terler; çook sıcak bir günde titrer; deve sırtındaysa devesi (o yükün ağırlığına dayanamaz) çökerdi. İlk vahyi hatırlayın!, çook ‘korkmuş’, titremeye başlamış, evine döndüğünde eşi Hz. Hatice vâlidemize : “Beni ört!.” demişti.

Sanırım!, orada (Hıra’da) Efendimiz, dışarıdaki (= toplumdaki) seslerin korkunçluğunu fark etmiş, vicdanının temiz sesini bulmuş ve o sesi diğer seslerden ayırt edebilmişti; Rabbi de Ona sükûnet = sekînet = sakinlik bahşetmişti. (Tevbe ve Fetih Sûrelerinde sekînet âyetleri sık geçer.)

Hicret esnasında da, o mağarada (= Sevr’de) dostuna (Ebu Bekir r.anh’a), “tasalanma!” dediğinde, Rableri Onlara, her zaman olduğu gibi o zaman da sekînet indirmişti. = “... fe enzele Allah-u sekînetehu aleyhi...” (9/40)

Huzur (sekînet, sakinlik, sükûnet) arayanlar, önce gürültüden rahatsız olmalılar. Gürültüye kapılanlar, yahut bizzat kendileri gürültü yapanlar, huzuru bulamazlar, sadece (gece kulüplerinde, gürültülü mekânlarda kapitalizmin oyuncaklarıyla) eğlenirler.

İnsanları o gürültülü mekânlardan çekip-çıkarabilmek için, önce teheccüde kalkmak, sonra da dışardaki sesleri ayırt edip, “etkili, temiz ve câzip” sözler söyleyebilmek, ve onları sakin mekânlara davet edebilmek gerek.

“Şehirleri boşaltın”! demek, (şimdilik bir) çözüm değil; belki!; madem şehirlerde yaşıyoruz, şehirlerde olan, bizim sahip olduğumuz, bizi meşgul eden biçoook şeyi (!) terk edin, onlara dört elle sarılmayın, onlar bizim kafamızı ve kalbimizi çook meşgul ediyor; onları gücünüz nisbetinde terk edin!, demek, olabilir.

Teorik sistem eleştirisi kolaydır; iş = çözüm, fiilde/eylemde, ne yapılabileceğinde. En azından, şimdilik buradan başlayalım; büyük işler sonra gelir, gelecektir de.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET