DAĞ

Yeryüzünde en çok ilgimi çeken ne ova ne vadi, dağ ve deniz (derya); bu yazıda dağlardan bahsedeceğim. 

Dağ deyince aklımıza orman gelir ama bütün dağlarda orman yoktur; dağların biçoğu sarp kayalıktır.

Dağa çıkılır; çıkış, yorucudur.

Zirve, dağın doruğudur.

Neredeyse bütün vahiyler, zirvelerde gelmiştir. Hıra, Cebel-i Nur dağının zirvesidir. Mûsâ’ya vahiy, Sînâ dağının zirvesinde gelmiştir.

Kanımca, dağların zirvesine çıkılmadan ‘kutsal bilgi’ ile tanışılmıyor.

Tahmin etmişinizdir ki artık dağı, mecazî anlamda kullanmaya da başladım.

Herkesin dağı farklıdır. 

Ovalarda, vadilerde gezenlere = yokuş çıkmayanlara = yokuşlara talip olmayanlara ‘kutsal bilgi’ verilmez, verilmiyor. ‘Kutsal bilgi’ için küçük de olsa, bir dağ yokuşunu çıkmaya talip olmak gerekiyor; buna din = Kitâb, akabe diyor. 

Akabe, dağlarda olan sarp yokuş, dar geçitdir.

Dağlar, ıssız ve tenhâ yerlerdir. Dağa çıkan insan, yalnızlığa taliptir. Dağa çıkarken, her şey arkamızdadır; önümüzde ve zihnimizde ise sadece dağ (zirve) vardır. Dağa çıkarken, arkamıza dönüp bakmazsak bişey göremeyiz. Zirveye çıkınca da eskiden oyalandığımız her şey, gözümüze ‘küçücük’ görünür.

Dağlar, Rabbe en yakın olunan yerlerdir. Bir yerde dağ yoksa, insanlar Rabbe ulaşmak için kuleler ya da minareler inşâ ederler. Firavun, adamı Hâman’a bana bir kule yap da şu Mûsâ’nın Tanrı’sına bir bakayım!, demişti. Yunan tanrıları dağda (Olimpos dağında) yaşarlar. Brahmanlarda, eski Türklerde dağ, göklere (gök tanrıya, tengriye) en yakın zirvedir.

Nûh’un gemisi Cûdi dağına demirlemiştir; Tevrat’ta bu dağ Ararat (Ağrı) dağı olarak geçer.

Kur'ân, dağları yeryüzünün kazıkları olarak niteler ve onların tesbihinden söz eder.

Arapça dağ, cebeldir. Cibilliyet (yaratılış, huy, tîynet) de aynı köktür. Tûr da dağ anlamındadır. (Tûr-u Sînâ = Sînâ Dağı). Tûr’dan tavr/tavır (hâl, vaziyet, davranış, huy) türer.

Konu epey dağıldı, nasıl toparlayacağım?!.

Demem o ki, içimizde de dağlar var. Biz, ovaları, vadileri (düzlükleri) tercih ediyoruz; oralarda Tanrı kolay bulunmaz; Tanrı, zirvede, yükseklerdedir. Aşağılarda Tanrı arayanlar, “aşağı tanrıyı, tanrıları”! (diğer ilâhları) bulurlar; oysa onlarla şeytanlar işbirliği hâlindedir. Saf (Samed) Olan Tanrı’ya ulaşmak için “yokuş çıkmak” gerekir. Sözlerim yanlış anlaşılmasın; O, oralarda bulunmaz (olmaz, yoktur) anlamı çıkmasın, çıkmaz!. Demem o ki : yokuş çıkıp = zahmet çekip O bulunursa, aşağıdaki sahte tanrılar kolay tanınır ve kolay reddedilir. Yokuş çıkılmazsa, aşağıdaki tanrılara, çok kolaylıkla tanrı muamelesi yapılır.

Son not : Tasavvuf akabeyi, maksada (= Maksûd’a) ulaşmak için aşılması gereken engeller, nefsanî istekler (kötülükler) olarak yorumlar.

Fatihâ’daki “Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım bekleriz.” Sözü, ‘yalnızlıkta, yalnızlıkla’ gerçekleşir. Yalnızlık, kimsesizlik demek değil; mâsivâsızlık, Rab’le buluşma demektir. Bu da kanımca dağda (= dağın zirvesinde), ‘yalnızken’ (= Rab’le birlikte iken) gerçekleşebilecek bişeydir. O, bulunursa, artık hiiiç terk edilmez ve (O’nu sevmeyen) kimselere de rağbet edilmez.

Sakın yanlış anlamayın!!!; bu yazdıklarım herhangi bir deneyime dayanmıyor, sadece kuru bilgi.

İnşallah Rabbim, bizlere bu zevki tattırır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET