DİRENİŞ

Direniş, içinde yaşadığımız sistemin biçook uygulamalarına ve dayatmalarına karşı koymak ve karşı çıkmaktır.

Adaletin ve hakkaniyetin değil gücün ve zulmün itibar gördüğü ve yaygınlaştığı bu çağda, direniş, diriliştir.

İki çeşit direniş vardır : Pasif direniş, Aktif direniş. Pasif direniş, zayıfların direnişidir, adına, sivil itaatsizlik = sivillerin itaatsizliği de denir. Fırsat buldukça, şiddete başvurmadan, sistem-karşıtlığı bilincini canlı/diri tutmak için yapılan eylemler ve protestoların toplamıdır. Bu direniş, sisteme aktif ve fiilî destek vermemeyi, itaat etmemeyi = itaatsizliği içerirken; aktif direniş, bizzat sistemin aleyhinde olmak ve onu yok etmek veya yıkmak için çalışmak, aktif militanlık yapmaktır.

Her iyi insan, vicdanına uymayan uygulamalara (haksızlıklara, adaletsizliklere) direnir; kötü insan da bizzat kendisi haksızlık ve adaletsizlik yapar. Haksızlıklar, adaletsizlikler yaygınlaşmış ve bir sistem/düzen hâlini almışsa yıkılmalı, yok edilmeli; yeni, âdil ve hakça bir sistem/düzen inşâ edilmelidir. Yaşamımda ben, bu kavramları siyaseten iki isimden duydum. Ecevit ve Erbakan : Ne ezen ne de ezilen, hakça düzen. Yeni bir Dünya ve Âdil Düzen.

...

Yıkılacak veya yok edilecek bir düzenin yerine kurulacak yeni düzenin fikrî hazırlıkları yapılmamış, ve bu fikirler toplumla yeterince paylaşılmamış, onlarca benimsenmemişse, toplumda kaos = düzensizlik oluşur, tüm çabalar-çalışmalar da boşa gider. Direnirken düşünmek, düşündüklerimizi mikro/küçük, bireysel ölçekte de olsa, bizzat kendimizin yaşaması, uygulaması gerekir; ki, yarın kitlelere/topluma, uğruna mücadele ettiğimiz bu sistemi sunduğumuzda mahcup olmayalım, kendimize arkamızdan bedduâ ettirmeyelim.

Sosyalizm, bu direnişi, sendikal hayatla, örgütlülükle, bireysel hak alma ve bir emek mücadelesi olarak görür; bunu emekçiler (işçiler, çalışanlar) üzerinden genele (topluma, dünyaya) yaymaya çalışırdı (= sosyalist enternasyonal); yürümedi; ortalık sendika ağaları/patronları ve emekçi istismarları ile doldu.

İslâm ise bu direnişi, tek, tarafsız, âdil bir ilâha inanan mazlumlar = müstaz’aflar (zayıflar) üzerinden yürüttü. İnanan mazlumlar = müstaz’aflar (zayıf bırakılmışlar), fikren ve ruhen de zayıf bırakılınca = uyutulunca, --- ki bugün bu, eğitim ve kültürle (medya ile) çook ustaca, çook sofistike, çook rafine bir şekilde yapılıyor; uyuyan insanlar kendilerini uyanık zannedebiliyor, --- direniş ihtimali de ortadan kalkıyor.

Lâ = Hayır demek, direniştir, reddediştir. Kendimizi uyanık, bilinçli ve sorumlu addediyorsak (sayıyorsak), mutlaka direneceğimiz noktalar vardır. Bunlar : falanca içeceği içmeme, x marka ürünleri giymeme, televizyonda z kanalını izlememe vs. ile başlar, kredi kartı kullanmama ... ile devam eder. Sistemin bize sunduğu her şeye he = evet, dersek, yaşanan zulümlere ortak olmuş oluruz.

Biliyoruz ki içinde yaşadığımız kapitalist sistem, zulümle ve haksızlıkla ayakta duruyor. Önüne çıkan ve işine yarayan her şeyi, dini bile --- Ramazan gelince, Ramazan’ı; Kurban gelince Kurban’ı --- kullanıyor.

Kul-lanılıyoruz, belki farkında değiliz ama aslında Allah’a değil, sisteme kul oluyoruz.

Kanaatimce bu zulüm düzenine ne kadar direnirsek, Rabbimiz Allah’a kulluğumuz da o kadar güçlenir. 

M.610’da, Efendimiz ve ashabı “Lâ” dediklerinde, bunu hem Onlar hem de Onların muhalifleri biliyordu. Şimdi ise bizler, “Lâ demenin” ne anlama geldiğini sanırım pek bilmiyoruz; biz lâ deyince, somut ilâhları değil hayalî, âfâkî ilâhları reddediyoruz. 

Hayır (= lâ) deme, bizi kul eden zulüm sistemlerini/düzenlerini reddetme ve onlara direnme; illâ deme de, sadece Allah’a (= İslâm’a) evet deme ve O’na kulluğu kabullenmedir.

***

Tutarsızlık, fikren ve fiilen kişinin kendi ile çelişmesi; bir yandan içinde yaşadığı hayatı beğenmeme, bir yandan da bu hayatın devamı = yaşaması için çalışma.

Ciddî bir samimiyet testi yapılsa, hepimiz sınıfta kalırız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET