TAYY

Dürme, katlama. Tayy-ı Mekân : Mekânı katlama. Tayy-ı Zaman : Zamanı katlama.

Tayy, 21/Enbiya, 104’de iki kez ‘nadvî ve ketayyî’; 39/Zümer, 67’de ‘madviyyat’ şeklinde geçer; Tâ-hâ, 12 ve Nâziyat, 16’daki Tûva’nın da “aynı” kökten olduğunu kuvvetle muhtemel görüyorum; Vav, Ya ve Elif med harfleri olduğu için Tûva (طوى) ve Tayy (طى) akraba iki kelimedir. Enbiya'daki ilk tayy, vav ve ya ile; ikinci tayy, sadece ya iledir ve Zümer, 67’deki “matviyyât” (مَطْوِيَّاتٌ)’da vav da ya da vardır.

Nâziyat, 16’da “semâyı Kitâb sicillerini/tomarlarını dürer gibi düreriz.” (yevme nadvi-s semâe ketayy-is sicilli lil kütüb) buyrulur. Kitaplar eskiden rulo şeklinde idi, bugünkü gibi ciltli değildi.

Tayy-ı Zaman, zamanı dürme/bükme, katlama. Tayy-ı Mekân, mekânı dürme/bükme, katlama. Kitâb’ta, zamanın dürülmesinden, bükülmesinden, katlanmasından söz edilmese de mekânın dürülmesinden, bükülmesinden, katlanmasından söz edilmektedir. Bu, Newton’un kütle-çekim yasası ve uzay-zaman bükülmesi teorisi, Heisenberg’in belirsizlik yasası ve kuantumun atom-altı parçacığının aynı ânda iki yerde olabileceği görüşü ile de örtüşür. Bu, uzak mesafelerin bir ânda aşılabileceği, uzun sürede yapılabilecek işlerin bir ânda yapılabileceği anlamına da gelir. Meşhur “ikizler paradoksu” iki ikiz kardeşin birini uzaya 10 yıllığına gönderdiğimizde, dünyadaki kardeşinden daha az yaşlandığı/yaşlanacağı söyler...

Dünya yuvarlak; çok büyük ihtimalle evren de yuvarlak. Biz dünyadaki çekim gücü (yer çekimi) dolayısıyla kendimize alt-üst, sağ-sol gibi yönler tayin ediyoruz; yer çekimi kalkarsa ki, uzayda yer çekimi yok, yön de olmaz; her yön aynı olur. Mekân dürülürse, mekândaki her şey üst üste katlanır; katlanmış mekânın “dışına” “Kürsî ya da Arş” dersek; bu, 39/Zümer, 67’deki “yeryüzü tamamıyla O’nun kudret avucunda, semâlar/semâvât da O’nun sağ eliy(d/l)e dürülmüştür. = ...vel ardu cemîan qabdatuHû yevm-el kıyameti, ves semâvâtu madviyyâtun bi yemîniHî...” âyetini ve “Er-Rahmân-u alel Arş istevâ.  Rahmân Arşı istivâ etmiş, kuşatmıştır.” ayetini biraz daha kolay anlamamıza yardımcı olabilir. İstivâ çok çetin, çok zor bir kavramdır; kuşatılan, kuşatılmayı, kuşatmayı ve Kuşatan’ı kavrayamaz. Bizler kuşatılmış varlıklarız; kuşatıldığımızı bilirsek, Kuşatan’a teslim olur, O’nun “avucunda” olduğumuzu anlarız.

Özgürlük, kuşatılmayı (kul olmayı) kabul etmemektir.

Kişideki “benlik”, kulluğa dönüşmediği sürece, kişi hâlâ nefsini ilâh ediniyor demektir. Böyle bir durumda toplumsal sorumluluk alan kişilerin Firavunlaşması, ekonomik olarak kendinin kendine yeter olduğunu sananların Kârunlaşması çok kolaydır.

...

Tuvâ, Tûr’daki kutsal/mukaddes vâdidir = bil vâdi-l mukaddes-i Tuvâ. Vâdi, iki dağ arasındaki geçittir; âdetâ iki dağ dürülmüş, ortasından bir geçit/yol açılmıştır; bu dağları mecâzen zâhir-bâtın, madde-mânâ, dünya-âhiret gibi dikotomiler/ikilemler olarak okursak, bu vâdiyi (Túvâ’yı) de Rabbin insanın iki “cihandaki” yolculuğunun önündeki engelleri kaldırarak yol göstermesi olarak anlayabiliriz sanırım. Nitekim daha sonra Mûsâ (a.s.)’ı Firavun, denizde sıkıştırınca Rabbi O’na denizde de bir “vâdi” açmıştı. Biz bunun “altyapısının” (da) O’nun âsâsına Tûr’daki “görüşmede” yüklendiğini biliyoruz.

Kişinin Mûsâ (a.s.) gibi! ‘Allah ile görüşmesi (konuşması)’ için dünya dağını da âhiret dağını da “geçmesi”! gerekiyor. Yoksa Allah, dağa tecellî ettiğinde dağın toz ile buz olmasını nasıl okur/anlarız?!.

Bizler bu kadar dünyaya sarılmışken, çoğumuz da âhiret (cennet) için çalışırken (!), nasıl Rab ile “buluşabilir/görüşebiliriz”?!.

Yanlış anlaşılmasın, âhiret (cennet) için çalışmayı aslâ küçümsemiyorum; onlar da Rablerinden “selâm, esenlik dilekleri” alacaklar; onlara da Rableri “selâm söyleyecek”!. “Selâm-ün kavlen min Rabbin Rahîm.” (36/Yâsin, 58.) diyecek; onlar da esenlik/huzur içinde yaşayacaklar ama sanırım ötekilere çook imreneceklerdir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET