BÖLÜNME

En temelde varlık hayattır ve hayat bir bütündür, onun bilgisi de. Bu bütünlüğü biz anlayamadığımız için bölerek anlamaya çalışırız. Bu, aklın güçsüzlüğünden kaynaklanır. Salt akıl da insandan koparılmıştır; insan = akıl + kalp (duygu) + duyu (göz, kulak, ...) + ruh + el, ayaktır. Hayat (varlık) = Hakikattir; akıl bu hakikati teori (nazariyat) ve pratik olarak böler ve sadece teori ile ilgilenerek söz düzeyine indirger ve ağzında sakız eder.

“Yâ Eyyühellezîne âmenû! Lime teqûlûne mâ lâ tefa’lûn. = Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyi niye söylersiniz?.” (61/Saff, 2.)

Güneş örneğini vererek bu bölünmenin nisbîliğini (sahteliğini) anlayabiliriz sanırım. Biz, güneş doğunca, gündüz; batınca, gece oldu deriz; aslında güneş ne doğar ne de batar; gece ve gündüz, dünyanın güneşe göre konumuna göre nisbî olarak belirlenir; güneşte (uzayda) gece ve gündüz yoktur. Bilgi, Hakikat karşısındaki insanî nisbettir; Hakikatin Kendisinde nisbet olmaz, Hakikat bölün(e)mez. 

Şeylerin bir numeni/özü, bir de fenomeni/biçimi/şekli vardır. Şekli, duyular; özü, akıl kavrar/anlar; dil, anlamları (tekrar) söze ve yazıya dökerek “şekillendirir.”, dil, anlam olan özün yazılı ve sözlü şeklidir; anlamlar (her şeyin anlamı), ortak anlamda = Hakikat’te birleşir.  

Esasında onto (var olma) ile epistemo (bilme); bunların bilimi ontoloji ve epistemoloji ayrı değildir. Varlık, kendisi ile özdeştir, kendisinden ayrılamaz; episteme/bilme de Varlık’tandır. Varlığı tümüyle bilmek mümkün değilken, Varlık içindeki varlıkları bilmek de Varlık’tan ayrı olmaz, yâni Varlık olmasa hiç bişey bilinemez. Bilen bir varlık olan bizler de Varlık’tan bir parçayız, Varlık içindeyiz. Dinî dilde Varlık = Âlem(ler)dir; Âlemlerin Rabbi de Allah’tır.

Bişeyde iki özellik, çift kutup, iki yan/yön varsa (insandaki iyi-kötü = taqvâ-fucûr, gündeki gece-gündüz gibi.), ya da o şey ikiye bölünmüşse, o şeye baktığımız yerden öteki yanı/yönü “başka/öteki” görürüz. Kötü yanda/yerde durursak, iyiyi kötüleştirir/ötekileştiririz; iyi yanda durursak, kötüyü ötekileştiririz. Ötekileştirme, biyönüyle dışlama, biyönüyle de ötekine karşı olma ve ona karşı tedbir alma demektir. Bu, iyide duranı, iyi; kötüde duranı, kötü yapar; kişi sınırı geçerse, iyi kötü; kötü de iyi olur. Sınırlı varlıklar için sınırsızlık mümkün değildir; onlar için, ötede bile bir sınır (a’raf) vardır ama ötedeki sınır, aslâ aşılamaz bir sınırdır. Buradaki ve ötedeki sınırı, sınırsız Olan, herhangi bir sınıra da tâbî olmayan, her şeyi kuşatan, El-Muhît Olan Allah belirler; bu sınıra “Hududullah” denir.

...

Türk-Yunan sınırı, Türkiye’yi ve Yunanistan’ı ayırır; (aslında dünyada bir sınır yoktur; sınırları biz koyarız) Türkiye’den bakınca sınırın ötesidir Yunanistan; Yunanistan’tan bakınca da öteki taraf Türkiye’dir; sınırın tam üstü ise hem Yunanistan hem Türkiye’dir.

İnsanın (insan bedeninin) sınırı derisi; evinin sınırı duvarlarıdır. Sınırlar, fenomenler (yaratılmışlar) dünyasında (zâhirî dünyada, kabukta) olur; Hakikatin dünyasında, Hakk’ta (bâtında, özde) sınır (bölünme) olmaz; “Er-Rahmân-u alel Arşistevâ. = Rahmân arşı kuşatmıştır.” (20/Tâ-hâ, 5.), O’na sınır olmaz, konamaz; O’nda “kötü/öteki” de bulunmaz. İyi-kötü (sınır), bizim içindir. Kabuktaki (dıştaki, sınırdaki) mücadeleyi kazanan ve bikarar veren bizler için, içte/özde işler çook daha kolaylaşır. 

...

“Şeytanın Mü’minler üzerinde ciddî ve zorlayıcı bir etkisi (gücü) yoktur.” (16/Nahl, 99.)

Mü’minler, konumlarını (mevzîlerini) iyi savunan ve Hududullah’a titizlikle riâyet eden adamlardır. Burada O’nun koyduğu sınırlara titizlikle riâyet edenlere ötede sınırsız lütuf; O’nun koyduğu sınırları çiğneyenlere/aşanlara sınırsız kâhır var.

Kulluk ve şeytanlık budur.

Düşünme, sınırlandırmadır; insan, şeyleri sınırlandırma (bölme) yapmadan düşünemez. Sınır, şeyleri şey yapan şeydir. Yaratmayı bu şekilde de düşünebiliriz. “Ellezî halaqa fesevvâ. Yarattı ve (hemen, fe) seviye/şekil/düzen verdi (her bir şeyi sınırladı.).” (87/Âlâ, 2.)

Rabbinin İsmini tesbih et!. (Tenzih et!.) ((87/Âlâ, 1.)

O, hiçbir şekilde “sınırlanamaz.”!.

“Ki O, her şeyi ölçtü-biçti (qaddera) ve hemen her birine doğru yolu gösterdi. (fe hedâ).” (87/Âlâ, 3.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET