KÂHIR

İnsanın içine işleyen derîn üzüntüdür kâhır, aslâ kin değil. Kâhra uğrayan hep haklıdır; kîn ise, haksıza musallât olur. Kâhır, kişinin sevdiklerine karşı duyduğu derîn kederdir; sevdikleridir kişiyi kâhreden, “kâhr-amân” eden. Eğer kişi sevdiklerine gazap etmez, zarar vermezse “kâhr-amân” olur; gazap eder, zarar verirse kâhır kîne dönüşür.

Rabbimiz Kâhhâr’dır, kindâr değil.

Kâhra uğrayan, eninde-sonunda gâliptir; onu kâhra uğratan kesinlikle pişman olur; bu pişmanlık da onu “kâhr-amân” eder.

Birini kâhra uğratmak, kâhra uğratanda er ya da geç kesinlikle derîn pişmanlık, vicdan azâbı, utanç ve mahcûbiyet duygusuna sebep olur/olacak; o kişinin bu vicdan azâbı, utanç ve mahcûbiyetten dolayı gözüne aslâ uyku giremeyecek, aslâ rahat nefes alamayacak!. Eninde-sonunda yaptığı işten, o kişiye çektirdiği kâhırdan dolayı “affını istemek” zorunda kalacak ve binebze olsun “rahat nefes almak” isteyecek ama “o nefesi” çok da kolay alamayacak, epey “azap çekecek”!; en azından yaşattığı kâhır kadar, belki de daha fazla. Adâlet er-geç yerini bulacak; kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacak!. Elhamdülillah.

Kâhırda aslâ güçsüzlük, acziyet yoktur; sessizlik, tepkisizlik ve yapılan işe rızasızlık vardır; kâhır çeken her zaman güçlüdür; bu gücü de onun merhametinden kaynaklanır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET