KİMLİK-2

Efendimizin sağlığında Araplarda kabilecilik (asabiyet) çok yaygındı, insanlar kimliklerini (âidiyetlerini) kabilelerinden alıyordu. İslâm gelince kabile üstünlüklerine son verdi, insanları ırk/kabile çatısı/şemsiyesi altında değil de çok daha kuşatıcı “Tevhîdî İman/İnanç, Din ve Taqvâ” çatısı/şemsiyesi altında birleştirdi; bunu büyük oranda başardı ama yine de tehlike tam bertaraf edilememişti ki Efendimiz Veda Haccında “hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktandır.” dedi. O’nun âhirete irtihalinden sonra ümmet yine biçook parçaya ayrıldı; bu ayrılıkların temelinde yine kabilecilik (asabiyet, milliyetçilik) yatıyordu. İki büyük grubu (ve de mezhebi) oluşturan Türk ve İran milleti de aslında aynı atanın çocuklarıydı. Zerdüşt kralı Feridun’un (Fereydun’un) üç oğlundan ikisi Tur ve İr’e, (üçüncüsü Salm’a) ‘ân’ çoğul eki eklenerek Turan = Türkler ve İran = Persler/İranlılar oluşmuştur. (Salm da Salmânları, Arapları.)

İslâm, Âdem’in oğullarını (Habil ile Kabil’i ve de bizi) birleştirmek istese de, oğullar olarak biz, kendi aramızda maddî-manevî “mülkiyet” iddiasında bulunuyor, aslında ilahî mülkü gasp ediyoruz, her türlü (coğrafî, mezhebî, ırkî vb.) ayrılıklar buradan doğuyor. Sorsalar hepimize, “LeHü-l Mülk” deriz!.

Kapanmayacak büyük açıklar veriyoruz.

...

Kimlik, kişiyi başkaları ile hem “aynı” hem de “başka” yapan bişey olmalıdır. Aynı olma hâli, birlik, bütünlük ve beraberliği, aynı özden/nefsten (min nefsin vâhide) olmayı/yaratılmayı; başka olma hâli ise, “kendi ve özel olmayı” ifâde etmelidir. Kendi olma da kimliktir, ortak olma da. Kimi kendi olmada, kimi de ortak olmada kendini, kendi kimliğini bulur. Ortaklık “kötü” bişeyse, kişi kendilikte; kendilik “kötü” bişeyse, kişi ortaklıkta yaşamayı tercih eder; kendilikle ortaklık aslâ tam uyuşmaz.

...

Kimlik, sonsuz bir arayıştır, aslâ tamamlanamaz, tam olamaz; onu tam eden, tam kılan, Tam Olan’dır. Tam Olan’a ulaşmadan, Tam Olan’la buluşmadan, kimsenin kimliği tam ve mükemmel olamaz.

Kişiye Müslümanlığından (Müslüman kimliğinden) başka hiçbir kimlik garanti vermez ama kişi diğer kimlikleri için canını vermekte de tereddüt etmez!. İslâmî kimliği ile örtüşmeyen, onunla uyuşmayan kimlikler için verilen can, kişiyi “şehîd/şâhit” etmez. Şehitlik, ölümsüz kimlik, “Tam Kimliğe” şâhitliktir.

Kimlik, hayat boyu inşâ ettiğimiz bişey. Bu inşâ, biziz. Kendimizi, kimliğimizi inşâ eden biziz. İnşâ ettiğimiz kimlikle, cümle âleme kim olduğumuzu “göstereceğiz.” Kimliğinde çürük, değersiz malzemeler kullanarak, çürük ve değersiz kimlik inşâ edenler ile sağlam ve değerli malzemeler kullananlar ‘bir ve aynı’ olmayacak.

Müslüman kimlikler de  ‘bir ve aynı’ olmayacak; bazısı bazısından üstün olacak; onları üstün kılacak olan da, iyiliklerindeki kalite olacak.

Hayat boyu inşâ ettiğimiz kimlikte tutarlılık ve süreklilik (= uyum) yoksa, oturmamış/istikrarsız bir kimliğe/kişiliğe sahibiz ve kendi içimizde sürekli bir çatışma yaşıyoruz demektir. Kimlikte/kişilikte istikrar, müstekîm olmayı, doğru bir istikâmette (sırat-ı müstekîm’de) yürümeyi gerektirir. Kişi, sürekli yol/istikâmet değiştiriyorsa, kimliği/kişiliği de sürekli değişiyor demektir. İman, kişinin kendine, yürüdüğü yola ve Rabbine güvenini; onu kuruntulardan, tereddütlerden uzak tutmasını ifâde ederken; kişiye neyi, nasıl ve neden yaptığını da bir “iç ses”! olarak çook güçlü bir şekilde söyler/hatırlatır; çünkü o (iman), kişiyi Rabbine bağlayan ‘kopmaz bir bağ/urvet-ül vüsqâ’dır. (2/Bakara, 256.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET