NİSÂB

Nisab (sad ile), zekâtın ölçüsü olarak bilinir, yeter miktar demektir.

Bu ölçü/miktar, neye göre belirlenir? Kişinin bir yıllık asgarî geçim standardına göre. Dört kişilik bir ailenin, evi yoksa, kira/barınma, bürünme/giyinme, faturalar, yeme-içme ve diğer temel ihtiyaçlarının yıllık miktarı, o ailenin nisabını oluşturur. Bir örnekle açıklayalım. Aylık tüm giderler 4.500TL ise 4.500×12=54.000TL. Evi varsa yaklaşık 30.000TL. Bu rakamı kişi sayısına bölersek, kişi başı yıllık 5.000-6.000TL arası bir rakama tekâbül eder.

Bunu bardak metaforu ile anlatırsak, kişi, bir bardak su ile (6000÷12÷30=16TL), 16TL ile günlük asgarî ihtiyaçlarını karşılayabilir. Diyanet bu rakamı asgarî/alt limit fitre miktarı olarak bu yıl 28-30 TL olarak belirlemişti, üstünün sınırı yok.

Biz ne yapıyoruz?

Bardak doldukça sürahi, sürahi dolunca bidon, depo... gittikçe kabın boyutunu artırıyoruz. Sürekli yığıyor, depoluyoruz. Güya ileriye yatırım yapıyoruz. Saydıkça sayıyoruz, her sayışımızda Veren'e olan güvenimiz/imanımız azalıyor, verilene (mala, paraya) ise artıyor, malın/paranın her işimizi halledeceğini düşünmeye başlıyoruz.

İşletme Bölümünde İşletme Yönetimi dersi verdiğim için biliyorum. İşletmede Stok Değerle(ndir)mede FİFO LİFO olarak kısaltılan ‘ilk giren ilk çıkar, son giren ilk çıkar.’ diye bilinen bir yöntem var. Bu yöntemin FİFO olanı, stok maliyetini optimize eder, eldeki/stoktaki ürünün bozulmasını önler, LİFO uygulanırsa belli miktar ürün stokta sürekli kalır ve çürür, belli bir süre sonra çöp olur... Bir malın sürekli depoda/stokta durması, stoklanması zaten ekonomik değildir. Ticaret stokçuluk değil (faiz de bir tür para stokçuluğudur.), alım-satım, sirkülasyonadır.

Bir haftadır dışardayım; gözlem yapıyorum; bankaların ve döviz büfelerinin önünde uzun kuyruklar oluşuyor; insanlar elindeki TL’leri dövize yatırıyor ve döviz fırlıyor. Bu, ahlâkî açıdan bencillik; sosyal açıdan rafine soygundur. Çünkü böyle yapmakla fiyatlar artıyor, elinde (cebinde) parası olmayan dar gelirliden (fakirden) mal (para) çalınıyor. TL’nin değeri hızlı bir şekilde düşüyor, bu da fakirin ekmeğine yansıyor. Elimdeki para değer kaybetmesin diye dövize yatıranlar da uzun vadede kaybedecek; onlar kendilerini zengin zannetmesinler; zaten ahlâken fakirler, mâlen de fakirleşecekler. 

Ülkeyi yönetenler de suçlu; bu insanlara güven vermiyorlar ve bu insanlar yabancılara (yabancı paralara) güveniyor ve o paraları (kâğıtları) yastıklarının altında saklıyor.

Ülkede zengin sayısı gittikçe azalıyor; fıkıhtaki nisabı ölçü alsak ki, bu 81 gr altın demek; altının gramı 1000 TL, bu da 81.000 TL’ye karşılık gelir; evi, arabası ve bir yıllık yiyeceği-içeceği düşünce kaç kişinin demiyorum kaç hanenin elinde 81.000 TL vardır?

...

Zekât verirken de benzer bir yöntem uygulanır. Zekât, ticaretten (fikrî ve bedenî emekten) elde edilen gelirin nisaba ulaşması hâlinde verilmesi gereken ve kişiyi ma'nen temizleyen malî bir ibadettir.

Ülkede zekât verebilecek (alacak değil) insan kaldı mı?

...

Geliri sürekli akar bir suya, bu suyun miktarını da büyüklüğü çok da önemli olmayan musluklu bir kaba, nisabın miktarını (asgarî ihtiyaçları) da bu kabın tabanı ile musluk arasındaki mesafeye benzetirsek, eğer musluğu da kapalı tutarsak (zekât vermezsek) su/mal/para birikir, kap dolar-taşar; taşınca da su boşa akmasın diye sürekli kabın hacmini büyütürüz. Hâlbuki musluk sürekli açık kalmalı, kapalı tutulup kap taşınca değil, tahliye (infak/zekât) hep asgarî düzeyin biraz üstünden, musluktan yapılmalı, gelir artıyorsa musluğun çapı da büyütülmeli; sadece kap değil. 

Kabı büyüttüğümüzde suyu Veren’e güvenimiz azalıyor; kişi, ‘ne olur ne olmaz’ diyerek sürekli mal/para stokluyor; malına/parasına Rabbinden daha çok güvenmeye başlıyor.

Tarih boyu helâk olan, Kur’an'ın ‘mütref’ olarak tarif ettiği toplumlar bunlar olmuştur. ‘Mütref’, suyun bol olması, rahat ve bolluk içinde yaşayarak ‘çürüme’ demektir; ‘fazla su ağacı çürütür.’ Bir de ‘mele’ kavramı var ki, bu da, toplumun çok zengin, şımarık ve bencil seçkinleri/kesimleri demektir.

Mele ve mütrefler, kendilerine o malı/parayı Veren'i unutarak, ellerindeki (ceplerindeki, kasalarındaki, depolarındaki) mal ve para ile şımaranlar ve o mal/para ile ölümsüz/sonsuz yaşayacaklarını hesap eden, sananlardır.

Birkaç haftadır yaşanan, ‘yehsebu enne mâlehû ehledeh. (104/Hümeze, 3.) durumu mu, yoksa bir çöküş mü?

Bilemedim.

Size göre ne?!.

***

“Ey iman edenler! Doğrusu, ahbar ve ruhban kimselerin çoğu, insanların mallarını haksız şekilde yerler. İnsanları Allah'ın yolundan çevirirler. Altın ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar var ya!, işte onları can yakıcı bir azaptan haberdar et. (elîm bir azapla müjdele onları!.).”

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّ كَثِيرًا مِّنَ الأَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللّهِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ

(9/Tevbe, 34.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET