BURADA ve ŞİMDİ

Burada, mekâna; şimdi, zamana işaret eder.

Burada olmak, hareket hâlinde olmaktır. Burada hareket olmazsa, yaşam (canlılık) da olmaz. Buradaki hareket, zaman demektir. Hareket (de), belli bir mekânda olur. Bu yüzden mekân, zamandan; zaman, mekândan ayrılamaz.

Burada ve şimdide olmak, zamanda ve mekânda olmaktır.

Zamansız mekân, hareket etmez, ölüdür.

Mekânsız zamanda ise hareket görülmez. 

Şimdii, mekân ve zamanı iki boyutlu bir düzlemde = çizgi ile gösterelim.

Çizgi, noktaların birleşmesinden oluşur. Çizgi üzerindeki her nokta, bir mekânı; bu noktaları birbirine birleştiren “şey” de zamanı gösterir. Aslında zaman bölünemez bir sürekliliktir ve sonsuzluktur ama biz onu (zamanı), geçmiş, şimdi ve gelecek şeklinde böleriz.

Zaman, mekândan ayrılamıyor ve sonsuzca akıyorsa, mekân da sonsuzdur. Bizim mekânı (da) bölmemiz, aynı, zamanı bölmemiz gibi, anlamaya yöneliktir. Çünkü, bölünmemiş mekânı ve bölünmemiş zamanı bizim zihnimiz (havsalamız) anlayamaz, kavrayamaz.

Çizdiğimiz bu iki boyutlu zaman-mekân çizgisini, --- bu çizgi aynı zamanda “şimdi ve burada” çizgisidir ---, iki yöne doğru (sonsuzca) uzatalım.

Dünya üzerinde milim yön kaybetmeden (= kıbleyi/amacı, hedefi şaşırmadan) sürekli hareket etsek, “belli bir süre/zaman sonra aynı noktaya = aynı mekâna” geliriz. Bu, “dünyanın/yerin çekim kuvveti” yüzündendir. (Rabbimizin “Çekim Kuvveti”! de bizi Kendine çekiyor!.) Bu hareketin yolu, bize çemberi verir. Bu (iki boyutlu çizgiyi) çemberi, üç boyuta çıkarırsak (bu çizgiye, derinlik ve yükseklik eklersek), daire/küre elde ederiz. Bu daire/küre de “büyüüük bir noktadır”; bu “noktanın içinde”, zaman da mekân da vardır.

Artık, “burada ve şimdinin”, her yer ve her zaman olduğunu fark etmiş olmalısınız.

Aslında, biyerden biyere gitmiyor, zamanı ve mekânı bölmüyoruz. 

Zamanı ve mekânı bölenlere ‘düşkün’; bölmeyenlere ‘aşkın’ diyoruz.

Aşkınlık, zamanın ve mekânın üzerinde; düşkünlük ise, zamanın ve mekânın içinde (zaman ve mekânla, zaman ve mekânda) yaşamaktır.

Allah-u A’lem, bizler, dünyaya inmeden, düşmeden (= hubûttan) önce, zamanın ve mekânın üzerinde/dışında yaşıyorduk.

Söz dinlemeyince düştük.

Tövbe edince (pişman olunca da) Merhametli (= Rahmân ve Rahîm olan) Rabbimiz, bize yardım etmek için “Rehber-lik” indirdi = inzal etti. (= “innâ enzelnâhu fî leyletil kadr.” 97/1.) Zamanın ve mekânın içinde olmak, “karanlıkta, gecede” olmaktır.

Bu “Rehber’e/Rehberliğe” (= Kitâb ve Sünnet’e) uygun yaşayanlar, bu karanlıktan (= zaman ve mekân baskısından) çıkarak, zaman ve mekânın üstünde yaşayacaklar (= “aşkın” olacaklar); uygun yaşamayanlar ise, bu karanlıktan (= zaman ve mekân baskısından) çıkamayacak, zamana ve mekâna mahkum olarak (= “düşkün”) yaşayacaklardır. 

Kitâb’a (= İslâm’a) “tarihsel perspektiften” bakanlar, bir de bu şekilde bakmayı denemelidirler. Kitâb, geçmiş ümmetlerin ve Elçilerin hayatından bahsederken, aynı zamanda, zamandaki ve mekândaki “bu harekete” dikkatimizi geçerek bizi “aşkınlığa” davet ediyor. (olsa gerek)!. 

Aşkın, felsefede transandantal = müteâl/yüce olarak bilinir ve bu kelime, dinde gayba (deney ve gözleme tâbî olmayan, nesnel âleme) tekâbül eder. Aşkının zıttı, düşkündür; düşkün, düşmüş demektir. Hepimiz söz dinlemediğimiz için düştük ama tövbe ettik, bu yüzden çıkma imkânımız var; tövbemizin (= sözümüzün) arkasında durarak tekrar çıkma imkânımızı kullanmalıyız; kullanmazsak, hep düşkün muamelesi görürüz, göreceğiz.

Mirac, çıkma; inzal, inme. Hubût, düşme; urûc, yükselme.

Bilelim ki İnen = İndirilen Kitâb, gönderilen Elçiler (= Din) bizi yukarı çıkarmak için indirildi, gönderildi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET