ZAMANA BAKIŞ

Zamanı ölçen saatlere değil, zamanın kendisine bakış.

Zamanın kendisine bakabilir miyiz?!.

Hayır, çünkü zaman boyutlu ve sûretli bişey değil.

Mekân, iki boyutlu; mekândakiler (şeyler) de üç boyutlu; zamanda, boyut yok.

Öyleyse, zamanı nasıl algılıyoruz da onu, geçmiş, şimdi ve gelecek şeklinde bölüyoruz?!.

Zamanı da sayı doğrusu gibi, doğrusal olarak bir çizgi üzerinde gösterirsek, 0 (sıfır), şimdi; -1,-2,..., geçmiş; +1,+2,... gelecektir. Onu (zamanı), doğrusal değil de döngüsel olarak gösterirsek, saat (şekli) gibi bişey/şekil yaparız; saatin akrep ve yelkovanı, hangi rakamın üzerinde ise, ona, şimdi; saatin dönüş yönüne göre, onlardan geride (solda) olanlara, geçmiş; ileride (sağda) olanlara, gelecek deriz ama bu bizim sorunumuzu çözmez, çözmüyor.

Zaman, sürekli kendini tekrarlayan, döngüsel bişey değil. Her gün, yeni bir gün. Herkesin zamanı kendine özel bir zaman.

Biz, niye de doğrusal zamanı benimseyerek yürüyelim ve şu soruyu soralım. Biz, zamana doğru mu gideriz; zaman, bize doğru mu gelir; yoksa her iki hâl de mümkün müdür?!.

Zamana (daha önce kısmî) hareket demiştik. Hiç hareket etmeyenler (örneğin ölüler) için zaman yok mudur?!. Bence var. Onlar da “zamanda yolculuk” yapıyorlar. İster diri, ister ölü olalım, zamanda = zamanın (ve mekânın) içinde yaşıyoruz, yol alıyoruz.

Zamandan ve mekândan münezzeh ve onlara da hükmeden, TEK BİR VARLIK var.

Bizim için doğum, buradaki bölünmüş zamanın başlangıcı; ölüm de bitişi, ama bence zaman, belki de ânın içinde, bölünmeden, sürekli akan bir nehir gibi akıyor; biz onun önüne ve arkasına “sahte çentikler” atıyoruz ve buna da geçmiş ve gelecek diyoruz. 

Not : Kitâb’ta kıyamet anlamında sa’at, 48 kez geçer; aslında bu kelime o ânı (= kıyamet ânını) ifâde etmek için kullanılır. Kitâb’ta vakt/vakit kelimesi de 12 yerde geçer. Mîkât, hac ve umre için ihrama girilecek ‘yeri ve zamanı’ ifâde eder. Kâbe = Beytullah, “bir yerde/Mekke’de”dir; hacı adayı (turist değilse) “o yeri” görünce, zamanın nasıl geçtiğini hatırlamaz, kendinden geçer; çünkü Rabbine “misafir” olmaya, “O’nun Evine”! gelmiştir. Bugün, “O’nun Evinin” de kuşatıldığına (işgal edildiğine?!) şimdilik değinmiyorum; zaman algımızdan söz ediyorum.

Ünlü Hristiyan teolog Augustinus, ‘İtiraflar/ım’ adlı kitabında : “biri bana zamanı sormasa biliyorum ama sorunca bilemiyorum.” demişti. Zamanın ne olduğunu (= nasıl bişey olduğunu) bilmek kolay değil, ama onu hissetmek çok kolay.

Bunun için aynaya veya eski fotoğraflarımıza bakmamız yeterli; aynada ön planda belki kendimizi, dikkatli bakarsak,  arka planda da zamanı göreceğiz; kör değilsek, zaman bize bakıyor ve bize, ‘ben buradayım’ diyor, olacak.

Belki size zamana bakmayı anlatamadım ama, umarım, zamanın size baktığını, sizi her ân gözetlediğini binebze de olsam anlatabildim.

Anlatamadıysam kusuruma bakmayın, anlatma (dil) yeteneğim bu kadar. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET