HZ. MÛSÂ (a.s.)'IN KASTI NEYDİ?!.

A’raf, 143. âyette, Hz. Mûsâ, Rabbi ile “buluşma vaktine” (limîkâtihâ) gelince, O’na : “Bana Kendini göster, Sana bakayım.” (erinî, enzır ileyKe) dedi. Rabbi de Ona : “len terânî” = Beni kesinlikle göremezsin; görmek istiyorsan şu dağa bak = unzur il-el cebel...” dedi.

Burada hem nazar hem reâ fiili kullanılmıştır. İkisi de görme. Reâ’dan rü’ya ve re’y de türer. Rü’ya ve re’y, gözle görme değildir. Rü’ya, uykuda görülür; re’y, görüştür, tercihtir; reyimi kullandım, bi tercihte bulundum, demektir. Nazarı daha önce yazdım; hem gözle görmek hem de akılla düşünmek, nazariyat yapmak.

Hz. Mûsâ, Rabbini gözleriyle mi görmek istemiştir, yoksa aklıyla (= kalbiyle) mi, yoksa her ikisi ile de mi?!.

Rabbinin verdiği cevaba ve “buluşma vaktine” bakılırsa gözleriyle!.

Rab, her zaman her yerde ise, bu “buluşma (yeri ve) vakti” de neyin nesi?!.

Yasin 11. âyette, “... ve haşiye-r Rahmân-e bil gayb...” denir. Anlamı, görmedikleri hâlde Rablerinden korkanlar, demektir.

İnanma da, görmeden olur, oluyor. Rablerine görmeden inananlar, O’nu göreceklerine de inanırlar. Kıyamet, 22-23'te, “Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar; Rablerine bakarlar.” (= ilâ Rabbihâ nâzıra) der; burada da nazar kullanılır.

Şimdi de bakmakla görmek farkına değinmemiz lâzım. Her bakan, görmez, göremez ama her gören, bakmak zorundadır; bakmadan, bakılan görülmez, görülemez.

Dikkatli bakış, tüm benliğimizle (= tüm aklımız, tüm kalbimiz ve ruhumuzla), %100 full konsantrasyonla bakıştır; (bu bakış, gözle bakışı (duyuları), akılla bakışı (nazariyatı, düşünceyi), kalple bakışı (duyguları), Tek Bir Nokta’ya yoğunlaştırmadır.) Bu bakışta, kendimiz dahil, başka hiçbir şeye bakılmaz, bakamayız; bakılan hariç, her şey ve herkes devre dışıdır.

Hz. Mûsâ, “Bana Kendini göster, Sana bakayım.” dediğinde, kendindeydi, kendinin bilincindeydi; (bence) bu yüzden Ona “len terânî” denildi.

Rab, dağa tecellî edince (= Rab, dağa görününce!.), dağın paramparça olmasını ve bu olay karşısında Mûsâ’nın bayılmasını = kendini kaybetmesini başka nasıl (açıklayacağız) anlayacağız?!.

"Mûsâ (a.s.) ayılınca (= kendine gelince) söylediği ilk söz : Sen Sübhânsın Rabbim, özür dilerim (hata ettim), ben inananların ilkiyim!." dedi.

Nasıl yâni?!. Mûsâ, ilk defa mı inanıyor, Ondan başka inanan yok mu?!.

Onun yeni inandığı şekliyle yok; O, bu şekilde inanan ilk kişi; O’na başka şekilde inananlar, elbette var; O da daha önce başka şekilde inanıyordu, inanmıştı.

Bu âyet (= A’raf, 143), (sanki!) bize, Rabbimize ne şekilde, nasıl inandığımızı ve imanımızı nasıl aklen, kalben ve ruhen sürekli “güçlendirmemiz = takviye etmemiz” gerektiğini de gösteriyor = hatırlatıyor gibidir!.

Görme mi, inanma mı, insanı kendinden daha emin kılar?!. Gören, gördüğünü çook iyi anlarsa, bu görme, inanma (= emîn olma) olur; görülene inanılmazsa, bu görme, görme olmaz, sadece bakma olur. Mûsâ, bunu “gördü”! (= anladı) ve “Ben, (artık) inananların ilkiyim.” dedi. Ona (daha önce) “len terânî” denilmesi, 'önceki inanması' üzerine söylenmişti; Ona “yeni imanı” artık “Bana Kendini göster, Sana bakayım.” dedirtmeyecek!.

Allah-u A’lem. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET