ÂYET
1) Kur'ân-ı Kerîm’in her bir cümlesi.
2) Bir şeyi, bir düşünceyi gösteren = ifâde eden işaret.
Ben, önce ikincisinden söz edeceğim, sonra konuyu birinciye bağlayacağım.
Konuşamayanlar (= ahrazlar, samutlar), düşüncelerini el hareketleri ile ifâde ederler = elleriyle havaya şekiller çizerler.
Harfler de birer şekildir.
Sesler, harflerin sesli şekli; harfler, seslerin sessiz hâlidir; bizler, harfleri okuyarak seslendiririz.
Plânlar, grafikler, trafik işaretleri, krokiler, resimler, vb. şeyler, hep birer şekildir; bişey ifâde ederler.
Dilbilimci Ferdinand de Seussure, bu işaretlere gösterge (= parole) der; göstergenin gösterdiği şey = gösterilen, diğer bir deyişle gönderge, hem zihindeki anlamdır, düşüncedir, hem de o göstergenin dış dünyadaki karşılığıdır.
Her işaret, bişeyi gösterir; göstergelerin (= işaretlerin, harflerin, seslerin) oluşturduğu bazı işaretler, soyuttur; gönül gibi, Tanrı gibi... soyut göstergeler, somut göstergelerin gösteremediği şeyleri “gösterirler”!.
...
Şimdi birinci anlamdaki göstergeye (= âyete) geçebilirim. Kur'ân, somut göstergelere muhkem âyet; soyut göstergelere ise müteşâbih âyet, der. Muhkem âyetleri iyi ve tam okuyup-anlayamayanlar, müteşâbih âyetleri anlayamazlar; bunları anlamak için “Ül-ül Elbâb” olmak gerekir. (Bknz. 3/7.)
Kur'ân’ın âyetlerini anlamak, Onun âyetlerinin = işaretlerinin gösterdiği “şeylere bakmaktır”; O, hayatta olmayan bişeyi göstermez, "havaya/havadan" konuşmaz.
Efendimiz, Onun gösterdiği şekilde bir hayat yaşamıştır = Sünnet.
Rahmetli Seyyid Kutub’un ‘Yoldaki İşaretler’ kitabındaki kastı da bu olsa gerek/ti (?!); çünkü, o da iyi bir dilci idi.
Yorumlar
Yorum Gönder