BEŞ DÎNÎ KAVRAM

Mushaf. Kitâb. Kur'ân. Sünnet/Hadis. Siyer.

Mushaf : Sahifelere yazılmış yazı demektir. Bu yazı, “sanal/kurgu da gerçek/hakîkî de” olabilir; Kur'ân’a karşılık gelen Mushaf’a, gerçek/hakîkî yazı; diğer mushaflara, sanal/kurgu yazı diyebiliriz. Çünkü Kur'ân, yaşanmış = gerçek bir hayatın (= Sünnet’in) sözlü ifâdesidir.

Bizim kitap dediğimiz (kitap olarak bildiğimiz) “şeyler/nesneler” ise, kişisel veya kamusal kütüphanelerimizde bulunan, sanal/kurgusal yazılardan ibarettir.

Oysa Kitâb, harflerle değil, eylemlerle, bizzat yaşamla yazılan (= eyleme dökülen) “fiilî yazıların” adıdır. Bu “yazılar”, daha sonra harflere, dolayısıyla da sahifelere (kâğıt, vb. elektronik ortamlara) dökülebilir ve M/mushaf şeklini alabilir. Amel Defterlerimiz, yaşamımızla (hayatımızla) yazdığımız “yazılardan” oluşan kitaplardır; onları, kargacık-burgacık harflerle değil, apaçık eylemlerimizle yazarız.

Kur'ân, eylemlerle, bizzat yaşamla yazılan (= eyleme dökülen) fiilî “yazının” sahifelere dökülmüş hâli olmakla beraber; Ona asıl kimliğini veren, bizim Onunla olan muhataplık ilişkimizdir. Biz Onun sahifelere, yazıya dökülmüş hâlini (= Mushaf hâlini) “okuyarak” (= kıraat ederek = Kur'ân), --- ‘anladığımız kadarıyla’ --- hayatımızla “yazmaya” gayret ederiz; Onu hayatımızla “yazmazsak”, Kur'ân'ı değil, Mushaf’ı okumuş; ve O Mushaf’ı, diğer mushaflar (= sahifelere yazılmış diğer kitaplar) seviyesine indirmiş oluruz. 

Sünnet, mükemmel, seçilmiş = mustafâ/ıstıfâ edilmiş bir insan olan (= İnsan-ı Kâmil olan) Efendimizin hayatıyla yazılmış = yaşanmış bir Kitab’tır. Ortada henüz Ona “yol gösteren yazılmış bir Kitâb/Kur'ân” (Mushaf) yokken bu nasıl mümkün olabilir?, diyenler olabilir; bu soru, Elçilere sorulabilecek bir sorudur; bizim elimizde yazılı bir Kur'ân/Kitâb (Mushaf) vardır. Biz de, Elçilerin yaşadığı o dönemde yaşasaydık, Onların hayatlarına (Sünnet’lerine) bakarak, bir karara varırdık. Kâinat ve kâinatta olup-biten (doğal, insanî olmayan) olaylar da birer Sünnettir = Sünnetullah’tır. Elçiler, bu Sünnetullah’ı doğru okuyan, “korunmuş ve seçilmiş = mustafâ” olan, “adam gibi adamlardır”!. Onların Sünneti = hayatı bize, Siyer (= Elçilerin Hayatı) şeklinde yazılı gelir ama bu yazı, Onların bizzat kaleme aldığı bir yazı değildir. Onların Sözlerine de Hadis denir; hadis, aslında Onların yaşadığı olaylara = hâdiselere karşılık gelir ama biz bugün hadisleri, sadece söze karşılık gelenler (= söz olanlar) ve fiile/eyleme karşılık gelenler şeklinde ikiye ayırıyoruz. Hadislerin tedvin edildiği dönemin siyasal şartlarını tahkim etmek için hadis diye “uydurulanlar”, konumuzun dışındadır; bunların Sünnet’le bir alâkası da yoktur. Siyer’e de buna benzer “ilâvelerin” olması mümkündür; onun için Siyer, Hadis ve Sünnet, Kitâb’la/Kur'ân ile kritize edilmelidir. Kur'ân, Efendimize ilahi rehberlik eden ilkelerin Onun hayatıyla (Sünnet’iyle) bizzat uygulamaya konulmuş, sonra da doğru bir şekilde kayda geçirilmiş ve muhafaza edilmiş = “korunmuş” şeklidir; bu “şekil”, kıyamete kadar da bozulmayacak, korunacaktır.

Not : Bütün bu yargılar, benim kişisel fikirlerimdir, tartışmaya ve test edilmeye açıktır; ‘kesin doğrudur’ diye de bir iddiam yoktur; doğrusunu Allah bilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET