ÜMMETİN DÖNÜŞÜMÜ

Aslında ortada bir ümmet yok; İslâm toplumunun dönüşümü mü deseydim?!. Her neyse...

Bu dönüşüm, en iyi, en somut bir şekilde mescid’lerin camii’ye dönüşmesinde görülür. Mescîd, secde edilen yer; camii, toplanılan yer. İkisi arasındaki semantik ve otantik farkı hissedebiliyor musunuz?!.

Üç büyük Mescîd var : Mescîd-i Haram (= Mekke’deki Kâbe). Mescîd-i Nebevî (= Medine’deki Nebînin Mescidi). Mescîd-i Aksâ (= Uzaktaki, Kudüs’deki Mescid).

Mescîd-i Haram, çook özel. Mescîd-i Nebevî, (zamanında) İslâm devletinin karargâhı idi. Bütün stratejik kararlar orada alınırdı; oraya her Müslüman çok rahat bir şekilde girebilirdi.

Efendimizin vefatı ve dört halifeden sonra Emevî devleti Şam’da (M. 705-715. H. 86-96) Emevî Camiini inşa etti; ve artık, mescid yerine camii kelimesi kullanılmaya başlandı; devlet işleri/yönetimi için de Saray inşâ edildi. Böylece, ibâdet ile siyasetin mekânları ayrıldı. İslâm dünyası da laiklikle fiilen M. 8. yüzyılda tanışmış oldu. O gün bu gün, artık camiiler dünya (= siyaset) işlerine karışmıyor (= karıştırılmıyor), ama görkemli devlet, pardon, saltanat sarayları gibi görkemli camiilerin yapılmasına devam ediliyor. 

Ümmetin, pardon İslâm toplumunun dönüşümünü buraya (= mescid’den camii’ye geçişin serüvenine) bakarak anlayabilirsiniz. Artık, günümüz camiileri büyük ve görkemli yapılar; mescidleri de küçük ibâdethâneler. Bu büyüklüğü ve küçüklüğü, İslâm toplumunun dönüşümüne de transfer edebilirsiniz. Sizce, mescîdler büyük ve görkemli yapılar hâlinde değilken, İslâm toplumu büyük ve görkemli değil miydi; veya camiiler büyük ve görkemli olunca, İslâm toplumu küçüldü mü küçülmedi/çürüdü mü çürümedi mi?!. Veya, sâde mescîdler, büyük camiilere dönüştürüldüğünde = camiiler fonksiyonsuz (= işlevsiz, atıl) bırakılıp mescidlerin fonksiyonu da saray/lar/a devredildiğinde ve bu saraylara da herkes giremediğinde, İslâm toplumu “saltanatla, sultanlıkla, zorbalıkla” tanışmadı mı?!. Bu durumun başını da Şam’daki Emevî Camii çekmiyor mu?!.

...

Saltanat sarayları gibi görkemli camiiler yapmak, bir toplumu İslâmî (= dindar) kılmıyor; aksine, ümmeti bu saltanat çürütüyor. Camiilerde toplanan insanlar (= Müslümanlar), ‘namaz kılmak için’ toplanıp-dağılıyorlar ve kıldıkları namazın onlara yüklediği sorumluluklardan habersiz yaşıyorlar. 

Artık, Cuma namazları da vakit namazları gibi oldu; eskiden Cuma namazlarında Sultan/Hükümdar, cemaate devlet yönetimi ile ilgili bilgiler verirdi; bu yüzden Cuma namazı daha ehemmiyetli bir namazdı; üç Cuma kaçırmak büyük suçtu (= büyük günahtı), toplumsal sorumluluktan kaçmak olarak addediliyordu.

Şimdi de öyle mi?!.

Yine öyle!, derseniz, bunun içini dolduramazsınız.

Hâsıl-ı kelâm, mescîd’den camiiye geçiş, İslâm toplumundaki İslâm algısını da değiştirdi veya dönüştürdü. Görkemli camiiler yapmak, İslâm toplumunun da görkemine işaret etmiyor; bence tam aksine işaret ediyor. Osmanlı devleti de zayıfladığı zamanlarda görkemli saraylar inşâ etmişti. Yıldız Sarayı. 1790-1807.  III. Selim. Dolmabahçe Sarayı, 1842. I. Abdülhamit. Beylerbeyi Sarayı. 1863-1865. Abdülaziz.

Güç, görkemli saraylarda ve camiilerde değil, gönüllerde ve kalplerdedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK